Akıllı Büyüme
1. Transit-
Toplu taşıma Odaklı Gelişme
Amerika’da
kentsel tasarım bağlamında uygulanan bir başka yaklaşımdır. Smart Growth modeli
olarak adlandırılan ve daha kompakt topluluklar ve kente daha yakın durumlar
oluşturmayı hedefleyen bir modeldir.
Bu
modelde toplu taşıma önemli bir rol üstlenmekte yani new urbanism ile ilkeleri
çok benzer ama fark olarak toplu taşımayı odaklan bir modeldir. Ama esas olan
evlerin birbirine daha yakın olması, insanların alışveriz, eğlence mekanlarına
daha yakın olması bizim karma kullanım dediğimiz yapılaşma biçimini
benimsediğini gösteriyor.
Akıllı büyüme, şehirlerin ve
özellikle mahallelerin gelişmesiyle yaşam kalitesi arasında bağlantı kurarak
şehir gelişimi için fırsatlar yaratmaktır. Akıllı büyüme kurgusu yarının
ihtimallerini değerlendirir. Yani sürdürülebilir bir perspektifte yaklaşır,
yaya ve toplu taşıma biçimini uygulamaya çalışır.
Bu kavramın olmazsa olmazı ise
toplu taşıma kullanımıdır. Planlanan her birimde önce yayalar hesaba katılır.
Daha sonrasında bireysel sürdürülebilir araçlar. Akıllı büyüme karşımıza en çok Fransa,
Brüksel, İsviçre ve İskandinav ülkeleri’nde çıkıyor.
Akıllı
büyüme kent içi, banliyö ve kırsal alanlardaki konut, iş yerleri, dükkân ve
okullara yakın ulaşım seçenekleri ile kentleşme anlamına gelmekte, yerel
ekonomiyi destekleyerek doğayı korumayı amaçlamaktadır (Reeds, 2011).
Zaten bu akımların hemen hemen hepsi sürdürülebilir bir kentleşmeyi nasıl
sahlayıp kent bütününde nasıl uygulayabiliriz. Sonrasında ise yerleşme ölçeğine
nasıl indirgeyebiliriz.
·
Çevre alanlarının yenilenmesi,
·
kırsal ve açık alanların korunması,
·
konut ekonomisinin uygun bir seviyede tutulması,
geçirimsiz tabakaların azaltılması,
·
hassas çevresel alanların korunması,
·
kentsel saçaklanmanın azaltılması,
·
doğal çevre ile uyumlu altyapının sağlanması ve
daha fazla ulaşım seçeneklerinin sağlanmasını öngören gelişme stratejilerini
ifade etmektedir.
Akıllı
büyüme kavramını, iş hayatında daha rekabetçi bir ortam oluşturma; alışveriş,
iş, oyun alanlarında daha işlevsel alternatif yerler sağlama; mahalle
sakinlerine yeni iş olanakları sunma; emlak değerlerini artırma; yaşam
kalitesini artırma; vergi tabanını genişletme; açık alanları muhafaza etme;
kontrollü büyüme ve güvenliği geliştirme gibi birçok amacı içermektedir. Yani
aslında adım adım yapılacak olan her türlü bina veya mahalle ölçeğinde olan yer
seçim kararında bunun nasıl ulaşım veya kullanıcılar ile ilişkisi ile ilgili
program yapılmasını içerir. Burada yapmaya çalıştıkları mahalle ölçeğinde
çalışmalar yapıp kent bütününe entegre etmektir.
Smart Growth Modelinin Tasarım
İlkeleri
·
Karma alan kullanımları
·
Yoğun yapı tasarımı avantajını kazanmak. (yani
burada kompakt kent her kente uygulanamayabiliyor ama daha gelişmekte olan
kentlerde akllı büyüme ilkeleri benimsenirse daha iyi yerleşmeler ortaya çıkar)
·
Yürünebilir mahalleler oluşturmak.
·
Yerin güçlü bir hissi ile cezp edici, ayırt
edici gelişime yardımcı olmak. (Burada daha çok kimlikli yerlerin kimliklerini
daha ön plana çıkartmaya çalışamaktır. Çünkü orayı farklılaştıran
kimlikleridir.)
·
Bir dizi konut fırsatları ve seçenekleri
oluşturmak. (Karma konut, yani farklı konut tipolojileri ile farklı gelir
grupların bir arada yaşamasını sağlayabiliyoruz.)
·
Açık alanları, çiftlik alanları, doğal güzelliği
ve kritik çevresel alanları korumak
·
Mevcut topluluklara karşı güçlendirme ve direkt
gelişme
·
Bir tür ulaşım seçenekleri sağlamak
·
Tahmin edilebilir, kurallara uygun ve sermaye
çekici gelişim kararları oluşturmak
·
Gelişim kararlarında, işbirliği yapan kurumsal
paydaş ve toplulukları cesaretlendirmek olarak karşımıza çıkmaktadır.
·
Akıllı büyüme, kentsel yayılmaya karşı ortaya
çıkmıştır. Çoğu halk sağlığı yandaşlarınca kentsel yayılmanın problemlerine
çözüm potansiyeli olarak önerilmiştir.
·
Akıllı büyüme; yüksek nüfus yoğunluğu,
yürünebilir ve bisiklet sürülebilir mahalleler, korunan yeşil alanlar, toplu
ulaşım ve hem oturmaya hem de ticarete uygun olan kalkınma projelerini içeren
karma kullanımla karakterize edilmiş kentsel bir kalkınma modelini destekleyen
politika çerçevesi olarak tanımlanmaktadır.
· Akıllı büyüme, temelinde kentsel yayılmaya estetik açıdan hoşnutluk yaratan bir alternatif olarak kavramsallaştırılmaktadır.
Akıllı büyüme, bahçe kent (garden
suburb) kavramından farklılaşmaktadır. Çünkü akıllı büyüme sadece yeşil
alanlara elverişlilik ve tarımsal yerlerin korunmasıyla değil, nüfus yoğunluğu
ve ulaşım meseleleri üzerinde de durmaktadır (Resnik, 2010). Garden city de
daha çok ekolojik ilişkiler öne çıkmışken akıllı şehir daha çok nüfus yoğunluğu
üzerine duruyor.
Akıllı
büyüme vizyonunu içeren politikalar, kentsel yayılma ile karşılaştırıldığında
daha güçlü entelektüel ve hissiyatlı bir çekiciliğe sahiptir (Downs, 2005).
Kentsel
yeniden canlandırma ve çevresel koruma adına akıllı büyüme, yerleşmiş
davranışlara ve güçlü çıkarlara karşı gelmektedir. Fakat akıllı büyüme, mevcut
statükonun sınırlarına güçlükle karşı koyabilmektedir. Çünkü yapılan şey kamu
yararına olmakla birlikte kamusal alanlar daha da ön plana çıkacak, doğa
korunacak ve bununla beraber kapitalizme karşı koyabileceğiz.
Planlamada
yeni bir ufuk çizen akıllı büyüme, nüfus yoğunluğuna karşı ulaşımda toplu
taşımanın kullanımını teşvik etmesine rağmen kentlerde artan nüfus artışlarına
bağlı olarak yetersiz kalabilmektedir. Dolayısıyla taşıma kapasitesinin
aşılması gündeme gelmekte ve göç alan kentlerde insanlar, yaşadıkları yerden
uzaklaşma eğilimi sergileyebilmektedir (Deviren ve Yıldız, 2015).
Transit Oriented Development/Design (Transit Odaklı
Gelişim)
Transit Odaklı Gelişim (TOD),
ulaşım seçeneklerini en üst düzeye çıkarmak, insanlara transit yakın yaşam
tarzı hakkında seçimler sunmak, kamu ulaşımını yaygınlaştırmayı esas alan arazi
kullanım politikaları ve kentsel tasarım planlama konseptini içermektedir.
Tipik
olarak bir TOD mahallesi, hafif raylı
sistem ve otobüs durağına sahip, daha düşük yoğunluklu kentsel gelişim alanını
temsil etmektedir.
TOD
genel olarak yürüme mesafesi içerisindeki bir toplu taşıma durağından ¼ ya da
½ mil yarıçap içerisinde bir alana
hizmet etmektedir (Florida TOD Guidebook, 2012; Aydemir vd. 2018).
Transit
istasyon durağına 5-10 dakikalık yürüme mesafesi içerisinde varılabilmesini
amaçlamaktadır. Konut, ticaret ve ulaştırma alanlarında seçenekler sunmaktadır.
Yani diğer yerler ile entegre edilmesi gerekmektedir. Değişken ekonomik ve
sosyal koşullara cevap verebilecek şekilde esnek tasarım imkanı sunmaktadır.
TOD
mevcut mahalle karakterini ve mevcut mahallelerin sürdürülebilir işlevsel
kullanımı ile canlılığını desteklemektedir.
TOD,
toplumsal gelişme tipini referans alan bir altyapıya sahiptir. Yürünebilir bir
mahalle yapısı ve aktif kentsel nişler şeklinde cadde-sokak bağlantıları ile
sürdürülebilir mekan kullanımını sağlamaktadır. Kentsel yaşam kalitesini
iyileştirmeyi amaçlamaktadır (Florida TOD Guidebook, 2012).
Transit Oriented Development/Design (Peter Calthorpe)
Transit odaklı gelişim bölgeleri;
düşük yoğunluklu, orta yoğunluklu ve yüksek yoğunluklu olmak üzere 3 yerleşim
özelliği şeklinde görülebilir.
Düşük
yoğunluklu geçiş alanlarında TOD, dönüm başına 1-20 konut arasında değişen
yoğunlukta konut kullanımlarını desteklemektedir. Düşük yoğunluklu alanlarda,
mevcut yapıların kütlesine ve ölçeğine odaklanarak, birbiri ile işlevsel ve
uyumlu bir kentsel arazi kullanımı oluşturmaktadır.
Arazi
kullanım yapısı olarak, yeme-içme alanları, kreşler, sosyal tesisler, hafif
raylı sistem istasyonları ve kavşakların yakınında gelişmektedir.
Orta
yoğunluklu transit gelişim alanlarında TOD, dönüm başına 20-50 konut
yoğunluğuna sahip arazi kullanımlarında etkindir. Bu alanlar genellikle konut
ve ticari gelişim alanlarıdır. Çok katlı konut gelişim alanlarında zemin kat
kullanımlarda perakende ve ofis kullanımları ile kentsel mekanda hareket
kazandırmaktadır.
Yüksek
yoğunluklu gelişim alanlarında TOD uygulaması, transit istasyonlarına yakın
mesafede bulunan yayaların yoğunlaştığı yüksek nüfuslu merkezi yerlerdedir. Bu
alanlarda raylı sistemler geliştirilmiştir. Bina yükseklikleri, yüksek
yoğunluklu konut ve yüksek yoğunluklu ofis-ticari kullanımlar için kurulmuştur.
Erişilebilirlik ve aktivite olanakları fazladır (Transit Oriented Development
Success Stories, 2010).
Transit/Toplu Taşıma Odaklı Gelişimin Temel İlkeleri
1. Gelişmeyi
bölgesel ölçekte kompakt bir şekilde organize etmek
2.
Ticaret, konut, işyeri, park ve kamusal hizmetleri transit duraklarında yürüme
mesafesine koymak
3.
Farklı konut tiplerinin, yoğunluklarının ve fiyatlarının bir karışımını sunmak
4.
Duyarlı habitatları ve yüksek kaliteli açık alanları korumak
5.
Kamusal kullanımları artırmak
Florida
18
mil mesafede çalışan hızlı otobüs (BRT: Bus Rapid Transit) sistemi ve 21.000
m2’lik yeni otopark alanı oluşturularak park et ve devam et şeklinde bir
işlevsel ulaşım akışı sağlanmıştır. Ulaşım alternatifleri olan kentte bütüncül
cadde kullanımı, metro hattı, liman hattı kullanımı, bisiklet ve yaya işlevine
dayalı bir kentsel çevre oluşturmak istenmiştir.
Florida’da
TOD’un ilk ve en önemli hedefi kompakt ve yürünebilir bir çevre oluşturmaktır.
Bu kapsamda toplu taşıma kullanımını artırmaya ve seyahat süresini kısaltmaya
çalışılmaktadır. 1990’da özellikle Denver Bölgesinde büyüme talebini karşılamak
amacıyla çoklu ulaşım seçeneklerine yönelinmiştir. 122 mil uzunluğunda yeni
ticari metro hattı ve hafif metro hattı kurulmuştur.
Dengeli Dağılım Problemi ve
Yeni Şehirler
Bazı merkezlere doğru bir nüfus
toplanması ve çok sayıda yerleşmenin yanı sıra seyrek ya da hiçbir yerleşme
olmayan yerlerin bulunması, her hangi bir ülkede görülebilecek bir husustur.
Ama biz biliyoruz ki nüfus yığılması metropoliten kentlerde olur.
Bazı
merkezlere doğru bir nüfus toplanması ve çok sayıda yerleşmenin yanı sıra
seyrek ya da hiçbir yerleşme olmayan yerlerin bulunması, her hangi bir ülkede
görülebilecek bir husustur. Bu özellik ülkelerarası karşılaştırmada
kullanabilir. Ülkelerarası bu farklılık; fiziksel, sosyal ve ekonomik koşulların
etkilerinden ileri gelir.
Her yerleşme;
·
Jeolojik bünyesi
·
Zemin koşulları
·
Topoğrafik yapısı
·
Coğrafi konumu
·
İklimi
·
Bitki örtüsü
·
Hayvan türleri ile diğerlerinden ayrılır.
Kanunlar,
örfler, adetler, ortak yaşama biçimi, köy ve şehir tipleri ve kültür gibi
sosyal koşullar bir bölgeyi ötekinden farklı kılmaktadır.
Genellikle
uygun fiziksel çevre faktörlerinin etkileri olmasa bile, değerli doğal
kaynakların bulunması tek ve yeterli yerleşme nedeni olarak görülmektedir.
Örneğin, uygun olmayan iklim koşullarına sahip ve ulaşılması çok güç olan bir
yerleşme olsa bile, yer altı kaynaklarının varlığı orada yerleşmek için çekim
nedeni olacaktır. Karabük, Zonguldak
Dengeli Dağılım Problem
Alanları
Üç tür dengeli dağılım problem
alanı söz konusudur:
1. Ülke
ölçeğinde dengeli dağılım
2. Bölge
ölçeğinde dengeli dağılım
3. Yerleşmeler
ölçeğinde dengeli dağılım
1. Ülke Ölçeğinde Dengeli dağılım
Problemi
·
Sanayileşme-şehirleşme süreci (özellikle kentsel
ve kırsal nüfusun belirleyicisisir. Ve yapılan projesiyonlar kent nüfusunun
fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle savaş sonrası benimsenen
poltikalardır. Modernizmin benimsendiği ve konut ihtiyacını gidermek için
ülkeler belli politikalar benimemiştir.)
·
Kırsal-kentsel nüfus dağılımı
·
Sanayi ve sanayi nüfusunun dağılımı ile
etkilidir.
Ülke düzeyinde dengeli dağılımın
sağlanması ise;
·
Nüfusun dengeli dağılımı
·
Çalışma alanlarının dengeli dağılımı
·
Hizmet ve donatımın dengeli dağılımı ile olur.
Sanayi çalışma alanlarının dengeli
dağılımı, ülke düzeyindeki dengeli dağılımın anahtarıdır. Bu nedenle, çalışma
alanlarının dengeli dağılımı için her platformda sanayi çalışma alanları
planlanmalıdır.
Bu
platformlar;
·
Yerel planlama isteklerine uygun olarak
sanayinin serbestçe girebileceği bölgeler
·
Sanayi gelişmesine daha fazla müsaade
edilemeyecek bölgeler
·
Çok özel bir durum olduğunda izin verilebilir
bölgeler
(bir taraftan
nüfus ve çalışma alanlarının dağılımında istenilen hedeflere yönelme, diğer
taraftan da yurt düzeyinde bölgesel değerlerin ortaya çıkartılarak korunması ve
geliştirilmesi anlamındadır.)
Sanayi ve
sanayi nüfusunun dağılımının yapılabilmesi için sanayi kuruluşlarının yapısı
bilinmelidir. İngiltere’deki kır bölgelerindeki arazi kullanışı konusunda bir
temel çalışma olan SCOTT RAPORU’na göre sanayi çalışma alanları 7
grupta incelenebilir;
1. Çıkarım
Sanayi
Çıkarım sanayi ülkenin jeolojik
bünyesine bağlıdır. Maden ve cevher çalışmaları çıkarım sanayini teşkil eder.
Çıkarım sanayi, bulundukları bölgelerdeki ekonomilerin can damarlarıdır.
2. Değişin
Sanayi- Ağır Sanayi
Değişim sanayi ağır sanayi olarak
da bilinir. Çıkarım sanayisinin işlenmesi olan değişim sanayinde hammadde
kullanılır ve sanayide kullanılabilir hale getirilir. Örnek; Gemi tezgahları
3. Bağlantı
Sanayi
Diğer sanayi alanlarının
ihtiyacını karşılar. Ağır ve hafif sanayi arasında çeşitli malzemeyi birlikte
kullanan sanayi tipidir. Örnek; Otomobil Fabrikaları
4. Küçük
(Hareketli Sanayi)
Hammaddeye bağlı kalan bu sanayi
türünde yer seçimi önemlidir. Fakat, ilk üç sanayi türüne göre daha serbesttir.
Örnek; Gıda sanayi ve kırsal alan ilişkisi gibi Kırsal nüfustan kentsel nüfusa
geçişte temin ettiği çalışma alanlarının çeşitliliği ile en fazla yükü küçük
sanayi taşır
5. Hizmet
Sanayi
Şehirsel yerleşmelerde çeşitli
ihtiyaçları karşılamak üzere gelişen çalışma alanlarıdır. Otomotiv, servis, tıp
merkezleri, iletişim merkezleri gibi…
6. Tarım
ve Orman Ürünleri ile İlişkisi Olan Sanayi
Mobilya Sanayi Gibi
7. Kırsal
Sanayi Kolu
İLK ÜÇ SANAYİ TİPİ DİĞERLERİNE GÖRE YERLEŞMEDE DAHA
AZ SERBESTLİĞE SAHİPTİR.
Sanayileşmenin
belirli merkezlere akın halinde olması sadece ülkemize has bir durum
değildir.Ülkenin büyük şehir anlamındaki şehrini ve çoğu kere bazı ülkelerde
ana şehrin çok fazla büyümesi karşısında ne yapılacağı, sanayinin diğer
yerleşmelerde nasıl tutulacağı küçük sanayinin işsizliğin söz konusu olduğu
kırsal alanlarda olduğu kadar orta büyüklükteki şehirlerde de nasıl teşvik
edileceği, kırsal alanların modern yaşam koşullarına getirilmesi gerekliliği
ortak sorunlardır.
Kalkınma Planlarında;
·
Nüfus birliğin ve sosyal adeletin sağlanması ve
bunun için gerekli tedbirlerin alınması
·
Nüfus, sanayi ve kaynakların yığılmasının
önlenmesi ve dengeli dağılımın sağlanması amaçlanır.
Ülke yüzeyinde dengeli bir nüfus
ve çalışma alanları yaratabilmenin esas engeli nüfusun belirli bir merkeze
toplanma eğilimidir.Yığılma optimum ölçüyü aştığından itibaren çeşitli
sakıncalar gösterir. Şöyle ki;
1. Tek
merkezde aşırı yığılma olur
2. Hizmetler
görülemez
3. Düzenli
şehirden düzensiz şehre (yığılmaya) geçiş başlar
4. İşgücü
belirli merkezlerde toplanır.
5. Diğer
yerleşmeler işgücünü kaybeder.
6. Diğer
yerleşmelerin faydalı faal nüfusu kaybetmesi ile o çevrede doğal ve insan
kaynakları kullanılamaz hale gelir.
7. Bölgede
yarım ve hizmetler görülemez.
1. Bölge Ölçeğinde Dengeli Dağılım
Ülke
Planlaması hedeflerinin ayrıntılı uygulama alanı bölgelerdir ve yerel olmaları,
karakter ve yaşantıları ile fiziksel ve sosyal alanda birbirlerinden farklılık
gösterirler. Bu nedenle, sosyal-ekonomik kalkınma ilkelerinde farklı
değerlendirmeler yapılmalıdır.
Bölgeler
gelişmiş ülkelerde bile sosyal ve fiziki alanlarda bir coğrafi bölgenin aşırı
derecede büyümesi ve sosyo-ekonomik yapısı ile aşırı bir çekim merkezi
yaratarak diğer bölgeler aleyhine işgücünün o bölgede toplanması gözlenir.
Bölgesel
sorunların ve farklılıkların ifadesi bölgesel dengesizliktir.
BÖLGESEL
DENGESİZLİKLER 3 GRUPTA TOPLANIR
1.Doğal
dengesizlikler; Doğal kaynakların var olup olmama durumu, yerleşme, gelişme,
ulaşma, hizmet götürme kolaylığı gösteren ve gösteremeyen bölgeler
2.Sosyal
Dengesizlikler; Kamudan eşit oranda faydalanamama sorunudur. Çeşitli
bölgelerin çalışma alanları, sosyal hizmetler, kamu tesisleri ve yardımlardan
eşit oranda faydalanamaması sonucu ortaya çıkan farklılıklardır.
3. Ekonomik
dengesizlikler; Bölgeler aynı üretim yeteneklerine sahip olsalar bile
pazarlama imkanındaki farklılıklar sonucu bölgeler arası gelir-gider
farklılıkları bulunur. Bölgeler arası farklılıklar doğal etkilerle ortaya
çıkar, sosyal ve ekonomik etkilerle artar. Bölgeler arası dengesizlikler
ekonomisi az gelişmiş ülkelerde görülür.
Bölgeler arası
dengesizliklerin giderilmesi için yapılması gereken şey, kalkınma planlarındaki
sosyal adalet ilkesine bağlı kalarak ülke üzerindeki geometrik eşitlikte bir
dağılımı değil, kaynakların sağladığı imkanlarla dengeli yerleşmeyi
sağlamaktır.
AMAÇ: Gelişmş
bölgelerin ekonomik gelişme hızını düşürmeden dengesizlik gösteren bölgelerde
hayat seviyesini yükseltmek, bu bölgelerde sosyal adalet ve ekonomide optimum
dengenin sağlanması, mevcut dengesizlikleri hafifletmektedir.
2.
YERLEŞME ÖLÇEĞİNDE DENGELİ DAĞILIM
Şehir yerleşmeleri 4 fonksiyonu
karşılar;
1. Barınma:
Konut bölgelerinde
2. Çalışma:
İş alanlarında (ticaret, idare, sanayi ve hizmet çalışma alanlarında)
3. Dinlenme:
Rekreatif faaliyet alanlarında
4. Ulaşım:
Yerleşme içi ve çevresindeki bağlantı
Lewis Mumford’un Şehir Gelişim
Şemaları
1. Eopolis:
El ilkel şehirdir. Tarıma dayalı ekonomi, kasaba yönetimi
2. Polis:
Şehir, ortak amaç ve inançlar ile birleşen nüfus topluluğudur.
3. Metropolis:
Bölgede hakim birlik olarak ortaya çıkan şehirdir. Metropol şehrin veya
merkezi mevkiin onu tamamlayan, bölgeyi aşan ve artan bir anlamı ve
fonksiyonları vardır. Metropol şehir belirli bir büyüklüğün üzerindeki şehirsel
topluluktur. Çok sayıda yönetim birimini içerir.
·
Şehirlerin nüfus büyüklüğü
·
Çalışma alanlarındaki çeşitlilik ve yoğunlaşma
·
Hizmetlerin ayrıntılı olması
·
Ulaşımda üstünlük
·
İhtisaslaşma ve örgütleşme
·
Yüksek düzeyde ticaret faaliyeti ve onu destekleyen
finansal kurum ve hizmetlerin varlığı
4. Megapolis:
Kent çökme devrine adım atmıştır. Şehir ölçüsünün üstünde merkezileşmektedir.
Yığılma hali başlar. İnsan ve mal akımının tesadüfen dağıldığı kentler söz
konusudur. Sanatta standartlaşmaya geçilir. Bu noktada alternatif olarak yeni
şehirler önerilir.
5. Tyrannopolis:
Çöküş devridir. Çevre istismar edilirken ticarette durgunluk, yerel
yönetimlerde organizasyon bozuklukları görülür.
6. Nekropolis:
Savaş ve hastalık şehir içinde hükmetmeye başlar, her bir fonksiyon bir
diğerinin aleyhine büyüme eğilimi gösterir. Fiziksel çökme ile şehir boş bir
kabuk olmaya başlar, sonunda kaybolur, şehir nüfusu tekrardan kıra döner.
7. Ekümenopolis:
1967 yılında yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından
ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe
alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin
kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı
fikrini temsil eden bir terimdir.
NEW TOWNS (YENİ ŞEHİRLER)
·
Yeni şehir politikası şehirlerin yığılma haline
(megalopolis)geçişini önlemek üzere karşıt bir çözüm olarak benimsenen ve
uygulanan bir şehircilik uygulama biçimidir.
·
Olaya plan ve program açısından bir yaklaşımdır.
Ülkenin nerelerinde nüfus toplanması önlenecek, nerelerinde yöneltilecekse,
yeni şehir bir uygulama aracı olarak bu değişim içinde kullanılmaktadır.
·
Yeni şehir ülke mekanında yerleşme olayında
kullanılan bir uygulama aracıdır. Çağdaş yaşama ve çalışma beraberliği içinde
alanın düzen altına alınmasıdır.
YENİ ŞEHİR UYGULAMALARININ AMAÇLARI
Yeni şehir politikası birçok farklı yapıdaki ülkede görülür.
Uygulamaları hangi ekonomik sistemde olursa olsun benzer amaçlar taşır;
·
Ülke mekanında dengeli bir yerleşme siyaseti
oluşturmak
·
Sanayi ve sanayi nüfusunun dengeli yayılmasını
sağlamak
·
Yeni bir çekim merkezi yaratarak, bölgelerarası
dengesizliğin şiddetini azaltmak
·
Metropoliten şehirlerin yığılma haline geçişini
önlemek
·
Şehirsel büyüme olayı içinde şehir içi ve
çevresindeki tarihsel ve doğal değerleri korumak
·
Açık alanların tahrip edilerek kaybolmasını
önlemek
Özellikle büyük şehirlerde durumun daha kötüye gitmemesi ve
böylesine bir büyüme ile bölgelerarası farklılığın arttırılmaması için planlı
ve programlı olarak yeni şehir politikaları uygulanmalıdır.
İngiltere’de Yeni Şehir Tanımı
Bir yeni kent bağımsız, kendine yeten, çeşitli konut
tiplerini destekleyecek büyüklüğe sahip planlı topluluk ve sınırları içinde
yaşayan insanlara iş imkanları sağlayabilen yerleşmelerdir. Dengeli kamu faaliyetleri,
sosyal ve kültürel olanaklara sahiptir. Bir yeşil kuşak tarafından sarılmıştır.
Bu sayede gelişmesi sınırlandırılmaktadır.
Amerika’nın Yeni Kent Tanımı
Yeni topluluklar geniş ölçekte inşa edilmiş tek yönetimli,
farklı konut tiplerini, ticari ve kültürel faaliyetleri içeren ve sakinlerine
yeterli hizmeti verebilen topluluklardır. Bu kentlere işgücü getirebilmek için
sanayi desteklenmelidir.
Bu iki tanımdan da görüldüğü gibi hem yeni kentler hem de
yeni toplulukların temel özellikleri bulunmaktadır.
Yeni Şehirlerin Özellikleri
1.
En az 15 bin kişi
2.
Karşılaştırmalı bir planlama
3.
Tek yönetim ya da idareye sahip
4.
Yapısal bütünlük ve devamlılık
5.
Günlük ihtiyaçların karşılanması
YENİ ŞEHİR POLİTİKASI ANLAYIŞININ GELİŞİMİ
Yeni şehir politikası, mekanın organizasyonunda ve şehirsel
sorunlara yaklaşımda yeni bir anlayış biçimi olarak tanımlanabilir.
Yeni şehirler yeni fonksiyon alanlarının düzenlenmesidir.
Yeni şehirler 20.yüzyılın şehircilikteki uygulama araçlarından biri olmasına
rağmen, şehircilik tarihinde de ilk örnekleri vardır.
Tarihteki İlk Yeni Şehirler
·
MÖ 6.yy Çin : Leo-Tzu
·
MÖ 4.yy Yunanistan: Plato ve Strabo
·
MÖ 5.yy Milet’li Hipodamus: Pire için bir yeni
şehir önerisi yapmış ve böylece Atina’nın bir ikiz şehirle gelişimini
sağlamıştır.
·
Alberch Durer: Yeni şehir tasarımı yapmış fakat
tasarım aşamasında kalmıştır.
Sosyal reformcu olarak Robert Owen’ın girişimi ve uygulama
denemesi ilk planlı yeni şehir olarak kabul edilir. 1815 yılında Owen’ın
geliştirmeye çalıştığı reform İngiltere’de ve uluslar arası boyutta ilgi
görmüştür.
Robert Owen sanayileşme-şehirleşme süreci içinde,
kalabalığın getirdiği sosyal sorunlar, fakirlik, hastalık, işsizlik, sağlık
durumu, yaşama koşulları gibi sorunlar karşısında çözümün şehir planlama
anlayış içinde olduğu düşüncesindedir.
Robert Owen(1771-1858) İngiltere’de bir fabrika
işçisidir. Owen çalıştığı fabrikadaki çalışanların dörtte birlik kısmının çok
genç, öğrenim eksikliği içinde ve sağlık koşulları çok ihmal edilen bir ortamda
çalışmalarından çok etkilenmiştir. İnsanların kendilerini aşan nedenlerden
dolayı sağlıksız koşullarda yaşamasının reformlarla aşılabileceğini öne
sürmüştür.
Owen 1816 yılında dünyada bir ilk olan ilkokul öncesi okul
ve bakım yerini kurmuştur. Çevre düzenlemesine bağlı kalarak bir yaklaşım
getiren Owen 1200 kişilik, 400-600 ha büyüklüğünde bir yerleşme öngörmüştür.
İngiltere’de uygulanan bu yerleşmede mülkiyet kavramı
yoktur. Site birlikler halinde yönetilmektedir. Sitede ortak tek bir yapıda
mutfak, toplantı salonu ile yerleşme ölçüsünde gerekli donanım bulunmaktadır. Amerika da bu denemeye geçmeyi tercih etmiş ve 1855
yılında 12.000 hektarlık bir arazi alarak ilk yerleşme türü olarak New Harmony
adlı birliği kurmuştur. Fakat, gerek kültürel gerekse dini görüş açısından
Amerika’da birlik düşüncesi çözülmüştür.
Sanayileşme ve sanayileşme hacminin büyümesi endişesiyle
yeni şehir uygulamaları tekrar İngiltere’ye dönmüştür. İlk uygulama deneyi olan New Harmony yerleşimi sürekli
olmadıysa da fikirleri, ortak yaşama ve eğitim olanakları ile İngiltere’de çok
taraftar bulmuştur.
Ebenezer Howard
Şehir planlamada bir merkezde toplanmanın, aşırı büyümenin
yaratmış olduğu sosyal, ekonomik ve stratejik sakıncalar karşısında
desantralizasyonu savunan Ebenezer Howard 1898 yılında “Gerçek Reforma Giden
Barışçı Yol”adlı kitabını yazdı.
Geleceğin yerleşme sistemini, yakın kırsal çevresiyle bir
bütün oluşturan, çevreye demiryolu ve karayolu ile bağlanan, merkezde kamu
binaları ve gerekli donatımları olan bir BAHÇEŞEHİRile önerdi.
Howard 1902 yılında da “Garden Cities of Tomorrow-Yarının
Bahçe Şehirleri”adlı kitabını yayınladı.
1918 yılında ROBERT UNWIN
“Nothing Gained by Owercrowding Aşırı Nüfus yığılması
Hiçbirşey Kazandıramaz” adlı kitabını yazmıştır.
LE CORBUSIER
Le Corbusier 1922 yılında Paris’te o zamana kadar denenmemiş
bir büyüklük olarak 3 milyon nüfuslu bir çağdaş kent tasarlamıştır. Merkez alan
yeşil bir kuşak ile kuşatılmakta, merkezde gökdelenler yer almaktadır. Geniş
bir açık alan içinde düzenlenen gökdelenlerin arasında da tiyatro, toplantı
yerleri gibi tesisler yer almaktadır.
Le Corbusier bir genel sistem olarak yerleşme düzenini
tarımsal faaliyetler için köyler, sanayi için ana ulaşım aksı boyunca yerleşmiş
küçük şehirler ve aralarında tampon bölgeler olarak yeşil alanlarla ticaret ve
hizmetlerin büyükşehirlerde yer aldığı bir sistem önermiştir.
Frank Liloyt Wright
1932’de kırsal yoğunluk gibi çok düşük yoğunlukta olan
Broadacre City adlı bir yerleşme öneriyor. Her ailenin 0,4 hektarlık bir
toprağının olduğu yerleşmede fabrikalar, bürolar, ticaret, alışveriş yerleri,
konut alanları arasında iç içe yer almaktadır.
1950’li yıllara kadar yeni şehir konusunda böyle bir aşama
söz konusudur. 1950’li yıllarda bütün ülkeler yeni şehir politikasını
benimsemiştir.
Hangi ekonomik sistem içinde olursa olsun ülkeler bir
merkezde toplanmanın ortaya koyduğu sakıncalar yönünden uydu yeni şehirler,
bağımsız yeni şehirlerle bu problemin çözümlenmesine çalışmıştır.
Yeni şehirler ülkesel ve bölgesel mekanın organizasyonunda çağdaş
şehircilik anlayışı içinde bir uygulama aracı olarak kullanılmaktadırlar.
Doxiadis’in Yeni Şehir Uygulamaları Konusunda
Eleştirileri
1.
Yeni şehirlerin yeni bir buluş olarak
değerlendirilmesini eleştirir. Çünkü şehircilik tarihi boyunca uygulanmıştır.
2.
Yeni şehir statik bir yerleşme olarak
değerlendirilemez.
•Nüfus ve gerekli donatım ilişkisi
•Nüfus ve gelişen teknoloji ilişkisi düşünülürse bir şehrin
statik kalamayacağı düşünülmelidir.
3.
Doxiadis yeni şehirler için ideal bir ölçü
ve bir ideal büyüklük kabulünü eleştirir.Oda, ev, komşuluk ünitesi ve insan
yerleşmelerinin öğeleri için ideal büyüklüğü kabul etse de yerleşmeler için
ideal bir büyüklüğü kabul etmemektedir. Yerleşmeler için ideal bir büyüklüğün
belirlenmesi durumunda nüfus, gelir, bütün teknolojik gelişmelerin
dondurulmasının gerektiğini ileri sürer.Doxiadis dünya şehri yani
ecumonopolis’e gelinceye kadar gelişmelerin süreceğini kabul eder.
LEWIS MUMFORD
Kentlerin büyüklüğünün-nüfusunun sosyal fonksiyonlarla
ilişkili olduğunu ileri sürer, optimum kent büyüklüğükavramından bahseder.
Doxiadis’in ideal büyüklük kavramı yerine, Mumford’un
optimum büyüklük kavramını kullanmak daha açıklayıcı olacaktır. Çünkü, her
yerleşmenin yerleşme bütünü içinde yerel, bölgesel, ülkesel koşullar açısından
her iki kutupta optimum ölçüye ne kadar yakın veya ne kadar uzak olduğunu
görmesi gerekir. Mumford optimum kent büyüklüğünün kültürel ve sosyal
farklılıklara göre değişebileceğini söylüyor.
Şehirlerin gelişmesinde şu 3 durum kabul edilmelidir.
·
Makineleşme ve büyük sanayi kabul edilmesi
gereken gerçeklerdir.
·
Gelişmekte olan ülkelerde şehrin büyümesi
sürecinde karşılaşılan güçlükler yerleşme nüfusu ile iş alanı ve iş gücü
ilişkisini yaratan nüfus toplanmasından ortaya çıkmaktadır.
·
İnsanın moral dengesi, sağlığı ve mutluluğu için
doğal çevre, yapılı çevre ve sosyal çevre arasında organik bir bağ
kurulmalıdır.
Bir merkezde toplanmanın kontrol edilemeyen nedenlerle o
merkezin önemini ve iş imkanını kaybetmesiyle ortaya çıkardığı sorunlar; Sosyal ve ekonomik dengesizlikler
·
İşsizlik tehlikesi
·
Sağlıksız yaşam koşulları
·
Hizmetlerin yetersizliği
·
Sosyal, ekonomik ve stratejik sakıncalar
·
Her yönden kontrol olanaklarının kaybedilmesi
Bu sorunlar karşısında desantralizasyon merkezileşmeye
karşıt olarak yeni şehirler ile bir çözüm getirilmeye çalışılmıştır.
Centralization X Decentralization
Yeni Şehirler- 2
İngiltere’de Yeni Şehir Politikaları
1930’lı
yılların krizli ekonomisi içinde, özellikle sanayi şehirlerinin çevrelerinde,
işçi mahallerinde sağlık koşullarına aykırı bir ortam mevcuttu. Şehirsel büyüme
devam etmekteydi ve mevcut koşulların daha kötüye gitmesi söz konusuydu.
Bu durumda, 1. Dünya Savaşı
sonunda bölgesel ölçekte bu sorunların çözülmesi için BAHÇE
ŞEHİR’lergeliştirildi.
Ebenezer Howard’ın Bahçeşehir
Modelinde;
1. Kırsal alandan arazi satın
alınıyor.
2. Geniş bir yeşil kuşakla
çevrelenmiş kompakt bir şehir planlanıyor.
3. Konut, sanayi ve tarımsal
faaliyetler için alanlar tahsis ediliyor.
4. Şehrin yayılması engelleniyor
ve yeşil kuşak korunuyor.
5. Şehirde arazi fiyatlarının
artışları güven altına alınıyor, kontrol ediliyor.
Howard’a göre;
1. Tarımsal araziden arsa ucuza alınır.
2. Sanayide çalışanlar için bu
model ekonomik açıdan daha caziptir. Çünkü, şehirlerin çevresinde yerleşme ve
çalışma şartları bahçe şehre nazaran daha külfetlidir.
LETCHWORTH GARDEN CITY
1903
yılında ilk bahçe şehir olarak Howard’ın planına göre inşa edilmiştir.
Londra’nın
130 kmkuzeyindedir. 1528 habüyüklüğündedir. Şehir önce 32 bin kişiiçin
düşünülmüş, bu sonradan 35 bin kişiyeçıkartılmıştır. Kent konut bölgesini,
okulları, diğer kamusal tesisleri, dükkanlar, sanayi tesisleri ve kırsal kuşağı
içerir. Yoğunluk:30k/ha’dır.
WELWYN BAHÇE ŞEHRİ
İngiltere’deki
2. bahçe şehirdir. 1919-1920’de özel bir şirket tarafından inşa edilmiştir.
Londra’ya 32 km uzaklıkta, 453 ha’lık bir alanda uygulanmıştır. 5000 nüfusun
bir kırsal kuşakla çevrili bir şekilde yerleşmesi planlanmıştır. 1939’da 15 bin
olan nüfus 1961’de 35 bin’e ulaşmıştır. Arazi uzun süreli kiraya verilerek
inşaat desteklenmiştir.
BAHÇE ŞEHİRİN ÖZELLİKLERİ
1. Bahçe şehir hisse senetleri
sahiplerinden seçilmiş delegelerinden oluşan komite araziyi satın alır ve
planları temin etmeye çalışır.
2. Nüfus 30 bin-60 bin arasında
olmalıdır.
3. Yoğunluk 15-30 k/ha gibi düşük
bir yoğunluktadır.
4. Komşuluk üniteleri 3500-7000
kişidir.
5. Yerleşme şeması konsantrik,
tek merkezli olup, sosyal ve ticaret faaliyetleri merkezdedir.
6. Hizmet kapasitesini yüklemek
ve ulaşılabilir, yakın bir yeşil mekan sağlamak amacıyla Bahçe şehir çevresi
yeşil bir kuşakla çevrilir.
7. Yönetimleri bahçe şehir
yönetimidir.
Bahçe Şehir İngiltere’ye uygun
bir özelliktedir. İki temel nedenden dolayı bahçe şehir uygulamaları
İngiltere’de tercih edilmiştir:
1. Verimli tarım arazilerinin
elden gidişi ve şehirlerin bu alanlara doğru büyüyüp yayılması karşısındaki
kayıplar
2. İngilizlerin doğa ve açık
alanlara karşı duyduğu sevgi
2. Dünya Savaşı İçinde ve
Sonrasında İngiltere’de Yeni Şehir Politikaları
İngiltere’de desantralizasyon politikası, 2.Dünya
Savaşı içinde sanayi ve sanayi nüfusunun ülke yüzeyinde dengeli dağılımını
temin amacı ile geliştirilen temel bir anlayış olmuştur.
Nüfusun
%35’i Londra ve Midland bölgesinde yaşıyordu. Bir merkezde toplanmanın, kontrol
edilemeyen nedenlerle o merkezin önemini ve iş imkanını kaybetmesi karşısında
desantralizasyon en doğru çözüm olarak görülmüştür.
Sonuçta,
büyük şehirlerin düzensiz bir şekilde büyümesi yerine nüfus sınırlarının
konulduğu ve ilkelerin optimum nüfus sınırına ve optimum şehir yüzölçümüne göre
tayin edildiği yeni şehirlerin uygulanması kabul edilmiştir.
BARLOW RAPORU
1940
yılında İngiliz Kraliyet Komisyonu sanayi ve sanayi nüfusunun dağılımı
konusunda BARLOW RAPORU’nu hazırlamıştır. Barlow Raporu’ndabu konuya ilişkin
temel problemler;
1. Sanayi yerleşmesi
2. Hem sanayi hem de tarım için
uygun ve açık çalışma alanı temin edebilecek arazilerin seçimi
3. Gelişme imkanlarının verilmesi
olarak kabul edilmiştir.
Barlow Raporunda Yeni
Şehirlerin Kurulmasındaki Temel İlkeler
1. Planlamanın bakanlıkta merkezi
bir kuruluş haline getirilmesi
2. Tıkanmış şehirlerin gelişimini
sağlamak üzere özel güçlü kurumların oluşturulması
3. Londra’ya sanayinin gelip
yerleşmesinin önlenmesi
4. Şehrin büyüklüğünü
sınırlandırmak için bir yeşil kuşakla çevrilmesi
5. Sanayinin merkezden uzakta yer
seçmesi=desantralizasyonu
Bütün
bu ilkeler ışığında sanayi bölgelerinin planlanması, mevcut şehirlerin yayılma
alanının tasarlanması, uydu veya yeni şehirlerin yaratılması planlanmıştır. 1942
yılında İngiltere’de Barlow Raporu ışığında İş Planlama Bakanlığı ve 1943
yılında da Şehir ve Kır Planlaması Bakanlığı kurulmuştur. 1951 yılında bu
bakanlık İskan ve Yerel Yönetim Bakanlığı olmuş ve yeni şehirlerin inşası,
kontrolü ve planlamasından sorumlu olmuştur.
2.
Dünya Savaşı sonunda İşçi Partisi iktidara gelmiş ve 1946’da New Town Act-Yeni
Şehir Kanunu kabul edilmiş ve Londra çevresinde yeni şehirler kurulmaya
başlanmıştır. 1940-50’li yıllarda İngiltere’de görülen yeni şehirlerin yerleşme
ilkeleri Prof. Sir. Abercrombie’nin Büyük Londra Planlamasına bağlıdır.
Büyük Londra Planında Londra
Bölgesi tek merkezli olmak üzere 4 Bölgeye ayrılıyor;
1. İç Şehir: Londra’nın
yüksek yoğunluklu merkez bölgesidir. Yoğunluk 250 k/ha ile sınırlı olup, bir
miktar nüfus ve faaliyetlerin desantralize edileceği bölgedir.
2. Alt Şehir: Londra’nın banliyölerini
içeren 125 k/ha yoğunlukta olan kuşaktır.
3. Yeşil Kuşak: Suburblerden
sonra başlayan, kenti çevreleyen yeşil kuşak kırsal görünümü bozmadan
rekreasyona hizmet veriyor. Yeşil kuşakta iskana açılan kısımlarda daha fazla
yoğunluk getirmemesi için 300 bin civarında bir nüfus öngörülüyor.
4. Dış Şehir: Yeni
şehirler bu alanlarda geliştiriliyor. Burada iskandan başka sanayi ve hizmetler
sektörü de yer alıyor.
Bu
şekilde Londra’da merkezde iç şehirden 1 milyon nüfusun dışarıya çıkması
önerilmiştir. 8 uydu şehir 1946 yılından günümüze 400 bin nüfusu alacak şekilde
28 yeni şehir planlanmıştır.
Yapıldıkları tarihlere göre
İngiltere’de Yeni Şehirler 3 grupta incelenebilir.
1. Grup
: 1940-1950 Yılları arasında yapılan yeni şehirler;
Londra’da desantralizasyonu
sağlamak amacıyla ulaşılabilirlik ilkesine bağlı olarak 30-50 km mesafe içinde 8
yeni şehir kurulmuştur. Bu şehirlerin ortalama yoğunluğu 37 k/ha’dır.
REITH RAPORU
Reith Raporu ile Londra
çevresinde minimum 40 km mesafe içinde yeni şehirlerin kurulması önerilmiştir.
Yeni şehirlerin ana ulaşım
aksları üzerinde olmaları bağlantının demiryolu ile sağlanması 14 km
kalınlığında yeşil bir bandın olması önerilmiştir.
Nüfus maksimum 60 bin kişi olacak
şekilde 5 bin kişilik komşuluk üniteleri öngörülmektedir. Öneri yerleşme
yoğunluğu brüt 35 k/ha’dır.
8 yeni şehirde de hedeflenen
nüfus sınırı aşılmıştır.Bu yeni şehirlerin kurulma amacı Londra’da yaşayan
nüfusun desantralize edilmesiydi.
1970’li yıllarda bu çekim Londra
çevresinden %78 ve Londra dışından %22 oranında olmuştur.
Bu dönemde Ticaret Bakanlığında
yeni şehirler için girişimcilere yer gösterilmiştir. Stevenage 1946 yılında
İngiltere’de kurulmuş ilk aşama yeni şehirlerdendir. Londra’ya uzaklığı 50
km’dir.
2.Grup: 1950-1964 Yılları arasında yapılan yeni
şehirler;
1951 yılında İngiltere’de
muhafazakarların iktidara geçmesiyle bakış açıları da değişiyor. Bu dönemde
1961’de İskoçya’da Cumbernauldadlı tek bir yeni şehir kurulmuştur. Bu dönemde
kurulan yeni şehirler güçlenmiş ve kendisine uygun sanayileri seçmek ve yer
gösterecek duruma gelmiştir. Yoğunluk
yaklaşık 100 k/ha’dır.İlk dönem şehirlerine göre daha yoğun bir yerleşme
planlanmıştır.
İkinci Dönem Yeni Şehirlerinin
Özellikleri
1. Kompakt formda olup,
birbirinden ayrı komşuluk ünitelerinden oluşmasına karşı çıkılmış ve sosyal
açıdan güçlü bir merkezin olması öngörülmüştür.
2. Merkez konut alanları ile bir
bütünlük içindedir ve otoparklarla beslenmektedir.
3. Yayanın rahat dolaşımı için
trafik çözümlemeleri yapılmıştır. Yaya hareketliliği ön planda tutularak
yatayda çözümlemeler yapılmıştır.
4. Şehrin çevresinin yeşil bir
kuşakla çevrilmesi ve doğal ve suni göletlerin, ormanların, oyun alanlarının
varlığı ile yeşille entegre olmuş bir şehir öneriliyor.
5. Nüfus dengesinin sağlanması
Hook Şehri ile anlatılıyor. Yaş gruplarıyla, aile yapısında, istihdam ve ikinci
kuşak sorunlarında dengeyi yaratmak hedefleniyor.
Hook önerisi geliştirilemeyip
kuramsal bir örnek olarak kalmıştır.
HOOK YENİ ŞEHİRİNDE;
İç Şehirde;100k/ha
yoğunlukta 60 bin nüfusun 48 binin yerleştirileceği düşünülmüştür.
Merkez Alan;1200 m uzunluk
ve 400 m genişliktedir. Merkezde 8000 otopark yeri ayrılmış olup yaya alışveriş
alanında çeşitli dükkanlar yer alır.
Dış Şehirde;30 bin kişinin
100 k/ha yoğunlukta iskan edilmesi düşünülmüştür. 3 tane komşuluk ünitesi yer
alacaktır.
Konut alanlarında;yaya
öncelikli bir planlama söz konusudur. Yaya yolları boyunca konut dışı
kullanımlar, binalar, çocuk oyun yerleri, yerel dükkanlar, ilkokullar ve
gerekli servisler yer alır. İlkokullar konut alanları içindedir.
Sanayi alanları;kentin
köşelerinde yer alır.
3. Grup : 1964-1970
Yılları arasında yapılan yeni şehirler; 1964 seçimlerinde tekrar İşçi Partisi
iktidara geliyor ve bölgelerarası farklılıkları azaltmak, özellikle kuzeyin
gelişimine imkan tanımak isteniyor. Yeni şehirler yeni gelişme kutupları olarak
görülüyor. Yeni şehirlerin büyük metropollerin yükünü azaltması hedefi ağırlık
kazanıyor. Bu dönemde kurulmuş en önemli yeni şehir Milton-Keynes’dir.
Londra’ya 80 km uzaklıktadır. En fazla 250 bin kişi olması hedeflenmiştir.
Milton Keynes-1967’de kurulmuş 3.
aşama yeni şehirlerdendir.
İngiltere’de 3 Grup Yeni Şehir
Politikalarının Hedefleri
1. Grup: Şehirlerde
tıkanmış olan metropol çevresinde yeni merkezler oluşturarak mekanda kuvvet
dağılımını gerçekleştirmek
2. Grup: Yeni şehirlerde
ekonomik bakımdan güçlük içinde olan bölgede yeni canlandırıcı noktalar
yaratmak
3. Grup: Yeni şehirlerde
ülke düzeyinde büyük önemi olacak noktalara yerleşimi sağlamak hedeflenmiştir.
1973 yılında Birleşmiş
Milletler İngiltere’deki Yeni Şehirlerin durum değerlendirmesini yapmak üzere
bir rapor çıkartıyor:
Bu raporun ilkeleri;
1.Çevrenin korunması
2.Finansman
3.Yoğunluk
4.Trafik
5.Kendine Yeterlik
6.Sosyal yapı ve tesisler
7.Yönetim
8.İşletme
9.Araştırma
İngiltere’deki Yeni Şehirlere
İlişkin Genel Bir Değerlendirme
•1946’da çıkarılan New Town
Act-Yeni Şehir Kanunu
•Yer seçimi yapıldıktan sonra
yeni şehirlerle her bakımdan ilgilenen Development Corporation=Gelişme
Birlikleri’nin oluşturulması
•Yeni şehirlerde ağır sanayiye
izin verilmemesi
•Yeni şehirlerde gençler ve
çocuklar daha fazladır. Yaşlı nüfusu azdır.
•Çok sayıda komşuluk üniteleri
ile planlanmışlardır.
•Çalışma alanları ise hareketli,
hafif, hizmet sanayi gibi kollarda gelişmiştir.
•Düşük yoğunlukta arazi üzerinde
çok yayılan bir çözüm şekli görülür. Genelde 2 katlı tek aile tarafından
kullanılan konutlar yapılmıştır.
Yeni Şehirler- 3
Fransa
Fransa’da nüfusun Paris
metropoliten bölgesinde yığılması sonucunda yeni şehir oluşumları görülmeye
başlanmıştır.
Ülke nüfusunun 1/5’i Paris’te
toplanmış, yoğunlukla nüfus dağılımındaki denge bozulmuştur.
Bu durumda 3. sektöre olan
ihtiyaç, konut, dinlenme alanı ihtiyaçları ile daha fazla ulaşım talebi söz
konusudur.
Fransa’da Yeni Şehir
Politikaları
Fransa’da 3 büyük şehirde yığılma
durumu görülmüştür. PARİS, LYON, MARSİLYA
1950
yılında İmar ve Şehircilik Bakanlığı 4 temel ilke belirliyor;
- Sanayi uygun alanlara kurmak
- Tarımda modernleşme
- Turistik donatımların geliştirilmesi
- Kültürel ve entelektüel faaliyetlerin
desantralizasyonu
Bu ilkelerle şehirsel ve
bölgesel gelişmenin ulusal politikasına esaslar konulmuş oluyordu
2. Dünya Savaşı sonucunda
Fransa’da şehircilik yerleşme sorunlarına pratik bir çözüm olmak üzere Grand
Ensembles bir uygulama aracı olarak kullanılmıştır.
Grand Ensembles adı altında 500
konutluk bir yerleşme birimi planlanıyor. Bu yerleşmede konutlar apartman-kat
evleri şeklinde düzenlenmiştir. Temel hedef acil olarak konut sorununu
çözmektir.
Paris bölgesindeki tıkanıklığı
çözmek için hükümet tarafından yasal önlemler alınıyor;
•
İmar Bakanlığı 500 m2’den fazla alana sahip
sanayi tesisleri ile 50 kişiden fazla işçi çalıştıracak tesisleri kontrol
altına almıştır.
•
Bakanlık 1958 yılından itibaren bütün resmi
binaların, bilimsel kuruluşların, teknik kurumların, 1000m2 üzerindeki özel
büroların kuruluş izinlerini de kontrol altında tutmuştur.
•
Bakanlık Paris’i mekan bakımından kısımlara
ayırmış ve emlak vergilerinde fiyatları farklı tutmuştur.
•
Paris’te uzak bölgelere sanayiyi çekebilmek için
sübvansiyonların oluşturulması gündeme gelmiştir. Sübvansiyonlar ise; bazı vergilerin
kaldırılması, enerji temini ve ulaşım için özel fiyatlar, düşük faizli borç,
sanayi donatımlarının modernleşmesi için tahsisler gibi şekillerde olmuştur.
1962’de Paris’te büyüme sorunu
giderek artmıştır;
Fransa’da nüfus artışı sonucu;
- Açık alanlar kaybediliyor
- Merkez tıkanıyor ve donatımlar yetersiz kalıyor
- Çevre ile dengeli olmayan bir durum ortaya çıkıyor,
çevrede merkezler oluşamıyor. Yani tek merkezli bir şehirsel sistem
vardır.
Bu durum karşısında hükümet 4
alternatif çözüm öneriyor.
- Alternatif büyük bir Paris yaratmak
- Şehirden çok uzak olmayan yeni yerleşmeler yaratmak
- Paris’in yakın şehirlerini geliştirerek Paris’in
yükünü hafifletmek
- Yeni Şehir merkezleriyle yapısal bir bütünlük
sağlayacak çok merkezli bir şehirleşme getirmek
- Alternatif: Çok gerçekçi görülmüyor
- Alternatif: Kente bağımlı olacağı düşünülüyor
- Alternatif: Çözüm yetersiz bulunuyor ve ret
ediliyor.
- Alternatif: Akslar üzerinde yeni şehirsel
merkezlerin yaratılması fikri kabul ediliyor.
Tercih
edilen aksların belirlenmesinde vadilerin coğrafi konumları, ormanlar ve mevcut
çevrenin kullanılabilmesi göz önüne alınıyor ve güneydoğu ve kuzeybatı olmak
üzere iki aks belirlenmiştir.
Bu
karar doğrultusunda Paris’te 4 tane yeni şehir geliştirilmiştir.
Fransa’nın Önemli Yeni
Şehirleri
- EVRY: 9300 ha, 455 bin kişi, 370k/ha Fransa’ya 20
km uzaklıkta
- CERGY PONTOSIE; 1966 yılı, 9000 ha, 350 bin kişi,
370k/ha Fransa’ya 25 km uzaklıkta
- MELUN SENART; 17000 ha, 330 bin kişi, Fransa’ya 40
km uzaklıkta
- SAINT QUENTIN EN YVELINES; 7500 ha, 275 bin kişi,
Fransa’ya 30 km uzaklıkta
Yeni şehirsel merkezlerin
konut+ donatı ihtiyacını karşılamaları, böylece banliyö niteliğinde olmamaları
için karar alınmıştır.
Yapılan bölgesel gelişme
planında;
- 3. sektöre iş alanı açmak ve böylece yeni
şehirlerin merkezlerini güçlü hale getirmek
- Paris bölgesindeki açık alanları, ormanlık alanları
tahrip etmeden yeni şehirsel akslar oluşturmak hedeflenmiştir.
Evry 9300 ha’lık alana 455 bin kişi için planlanmıştır. Paris’teki
ilk yeni şehirdir.
Yeni Şehirler- 4
HOLLANDA-ALMERE YENİ KENTİ
Hollanda’da planlama
politikalarında Hollanda’nın temel özelliklerinin korunması amaçlanır. Bunların
başında da Hollanda’nın çok merkezli yapısı gelmektedir.
Hollanda’da Yeni Şehir
Politikaları
Hollanda’da 3 büyük kent vardır:
1.AMSTERDAM-Yönetim ve Kültürel
Merkez
2.THE HAGUE-Hükümet ve Yönetim
Merkezi
3.ROTTERDAM-Liman Kenti
Hollanda’da 2 tane kentleşmiş
bant bulunmaktadır.
Güney bant Rotterdam ve The
Hague, Kuzey bant ise Amsterdam’ı içerir. Bu iki yerleşme sistemi
“GREENHEART METROPOLIS” olarak
anılmaktadır.
Hollanda’da 1950’li yıllarda
genel yerleşme politikalarında iki temel ilke belirlenmiştir.
1. Greenheart’ın dolmasını
engellemek için büyük ölçekte kırsal alanları korumak
2. Hollanda’nın çok merkezli yapısını devam
ettirerek kentlere özgü karakterlerini korumak ve tahribatı önlemek
Bu amaçla desantralizasyon
politikası benimsendi ve:
- 13 büyüme merkezi (kentlerden 30 km mesafede ve
Greenheart metropolü çevresinde yer alan)
- 4 büyüme merkezi bölgesindeki kentsel yoğunlaşma
- 2 tane yeni kent önerisi getirildi. Bu kentlerden
en önemlisi ALMERE YENİ KENTİDİR.
ALMERE YENİ KENTİ
Almere,
Amsterdam kentsel bölgesi içinde büyük bir yeni kenttir. Amsterdam’dan hem
nüfus, hem de para kaynağını çekmiştir. Bunun yanında Amsterdam bölgesine daha
çok yatırım gelmiştir.
Almere’de
ilk konutlar 1976 yılında yapılmıştır. 12 yıl içinde 60 bin nüfus yerleşmiştir.
2000 yılında 50 bin konut ve 130 bin kişiye ulaşmıştır. Hollanda’nın en
kalabalık şehirlerinden birisidir.
Tamamıyla
denizden koparılmış bir alanda kurulan kentte konutlar yaya erişme mesafesi
içinde kıra açıktır. %90 oranında düşük yoğunlukla yerleşilmiştir ve konut
tipolojisi genelde tek aile evleri biçimindedir.
Milton
Keynes ve Almere defalarca ele alınmıştır. Brasilia modernist mimarinin
ortasında yer alıyor olmasına rağmen merkezde yer alan göz alıcı kamusal
alanlarında çeşitli problemler vardır. Bu mekanların en büyük problemi
fazlasıyla sıkıcı olmalarıdır.
Günümüzde
planlanan her yeni şehir ise bir temaya sahip olması gerektiğini öğrenmiştir.
Tema, modern şehir planlamacılığının ana motifi haline gelmiş durumdadır.
İnsanları yeni bir kasabada yaşamaya ikna etmek için ortaya büyük bir fikir,
bir marka, şehri daha iyi, diğer her yerden daha özel kılacak bir şey koymak
gerekmektedir.
Richard
Sennett: “Yeni şehirler faklı kıyafetler içerisinde ortaya çıkıyor fakat hepsi
aynı problemle yüzleşmek zorunda: baştan sona planlama” diyor ve ekliyor:
“Büyük bir şehir bir komplekstir ve doğası gereği önceden tasarlanmıştır fakat
inşa edildiğinden beri her şey değişmiştir ve planlaması eskimiştir.
Bir
diğer problem ise ölçekten kaynaklanan tekdüzeliktir. Eskiden yapılmış hiçbir
Londra caddesi birçok elden çıkmamıştır. Hiçbirinin yapımı esnasında
girişimciler, mimarlar, inşaatçılar ve zanaatkarlar bulunmadı. Yeni yapım
çalışmalarındaysa maliyetin artması ve ekonominin istismar edilmesi korkusu
nedeniyle ayrışmalar azalıyor. Londra sokağı “şehirli” ve organik. Bu iyi bir
şey.”
Bu
tür alanlardaki ekonomiyi düşünmemek, farklı iş alanları oluşturmamak bu
bölgelerin kısa ömürlü olmalarına sebep oluyor. Eğer uzun süreli olmayı
başarırlarsa bile bir şehir gibi büyüyemiyorlar. Eğer yeni şehirciliğin önceden
ayarlanmış şehirlerinin beklentileri düşük kalıyorsa hemen başka bir tema
ortaya atılıyor: ekolojik şehir. Dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındıran
şehirler dünyada üretilen enerjinin %75’ini harcıyor. Bu nedenle de yeni dalga
ütopik şehir planlaması bu küresel ısınma krizine bir cevap olacak.
“Bir
şehrin ilerlemesini sağlayan şey ağlardır. İnsanlar bu ağların içerisinde yer
almak isterler ve bu ağların oluşması uzun zaman alır. Bir şehir yavaş yavaş
olgunlaşarak bünyesindeki ağları geliştirir. Bu yüzden de insanlar daha eski
yerleşimleri tercih ediyor”
Yeni Şehirler- 5
İsrail’in
en önemli problemi göçtür. 1948 yılında bağımsızlığını kazanan İsrail’de nüfus
760 bin civarında iken 1965’te 2 milyona çıkmıştır. 1949 yılında her bin
kişiden 266’sı göçmendir.
Planlama
politikaları da göç sorununa yönelik olarak oluşturulmuştur.
İsrail’de planlamaya etkin
sorunlar;
- Göç sonucu artan nüfus
- Mevcut nüfusun doğal artışı
- Göç nedeniyle işgücü ve istihdam yapısındaki
değişim
- Nüfus dağılımındaki değişim
İsrail’de 3 büyük ve önemli kent
vardır; KUDÜS, YAFA ve HAIFA
Büyük kentler büyüme sürecinde
daha da büyüdü. Bu büyüme süreci arada hiçbir ara geçit elemanı olmadan
tarımsal yerleşme ve büyük şehirler arasında kutuplaşmış bir yapıyı meydana
getirdi.
Bu nedenle İsrail’in yeni şehir
politikaları nüfus artışının büyük şehirlerde önlenerek kırsal alanların
kalkındırılmasıdır.
Bağımsızlığın kazanılmasıyla “köy
kalkınması” adlı politikalar uygulanıyor. İsrail’de yeni gelenleri
yerleştirmek ve artan nüfusun özellikle gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmek için
köy kalkınması acil bir sorun olmuştur. Köy kalkınması yaklaşımı köy hizmetleri
ve köyler arası ilişkileri geliştirmeyi esas almaktadır. Her yerleşmenin kapalı
ve kendine yeter bir yapıya getirilmesi hedeflenmiştir.
1948 yılında göçmenlerin
kalacakları yeni köy merkezleri kurulmaya başlanıyor. Bunlar gerek iş imkanları
gerekse sosyal donatılar yönünden kendi kendine yetebilen yerleşmelerdir.
Bağımsızlığın kazanılmasıyla tüm
arazi kamulaştırılarak devlet tarafından kiralama esası getiriliyor. Bölgesel
gelişme politikaları araziye yansıyor.
Bu bölgede su kaynakları, yağış
miktarı çok azdır. Mevcut yerleşmelerin sayısı az ve dağınıktır. Tarıma
elverişli alan ise 250 km2’dir.
Arazi boş ve devlete aittir.
Kamulaştırma sorunu yoktur. Yerleşme sayısı çok olmayıp, yerleşik nüfus da
azdır. Beşeri faktörler de etkin olmayıp plancılar için ideal bir eylem
alanıdır.
Lakhiş’in stratejik ve ekonomik
açıdan bölgesel gelişmesinin sağlanması için nüfus ve donatı alanlarının
getirilmesi gerekmektedir. Bölgede su problemi olduğu için ilk iş su getirmek
olmalıdır.
Lakhiş’te 3 aşama belirleniyor;
- Aşama - Merkez olan A Köyü: 80-90 aileyi
barındıracak, ana okul seviyesinde eğitim, günlük ihtiyaçlar ve dini
gereksinmeleri kapsayacak düzeydedir.
2.
Aşama – 5-6 Köylük Gruba Hizmet Eden ve Birleşik
Köy Yapısı Gösteren B Merkezi: 400-500 aileye hitap etmektedir. Çevresel
uzaklık 4km’dir. Nitelikli işçilerle köy merkezi personeli bu merkezde iskan
ediliyor.
3.
. Aşama – Birleşik Yapılara Hizmet Eden Bölgesel
C Merkezi: Bölgesel şehirler daha fazla nüfusa hizmet vermektedirler. Bölgenin
tarımsal ürünleri burada toplanır. Sosyal ve kültürel merkezdir. Aynı zamanda
coğrafi merkezdir. Lakhiş planının
temeli tarımdır. Planlama ilkeleri ülke kalkınması genel ilkeleridir. Bölgesel
tarımsal ürünlerin işlenmesi ve yeni iş alanlarının açılması hedefleniyor.
İsrail’de 3 Tür Köy
Bulunmaktadır.
1. Tüm dünyada yaygın olan köy
sistemi
2. Kibutz Tipi Köycülük
3. Moşav Tipi Köycülük
Tüm dünyada yaygın olan köy
sistemi
Genellikle tüm dünyada olduğu
gibi her fert toprağını sürer, ürününü piyasaya satar ve ihtiyaçlarını bizzat
kendisi temin eder. Özel mülkiyet vardır ve herkes kendi malına sahiptir.
Kibutz tipi köycülük
Mülkiyet esasına kurulmuş ve
benzeri dünyanın hiçbir memleketinde olmayan, İsrail’e has bir köy sistemidir.
Gayrimenkuller, makineler, hayvanlar vb. her şey bütün köy halkının ortak
malıdır.
Her aileye bir oda tahsis
edilmiştir. Köyde para tedavülü mevcut değildir. Sene sonunda her fert ortak
kasadan kendine tahsis edilen parayı alır.
•
Kibutzlar istekli yardımlaşma topluluklarıdır ve
genel bir kurul tarafından yönetilirler.
•
Gruplar üyelerden oluşur ve gruplar; üretim
toplum hizmetleri ve kişisel ihtiyaçların sorumluluğunu üzerine alır.
•
Özel mülkiyet yoktur.
•
Pazarlama ve fiyatlandırma bütün olarak grup tarafından
yapılır.
•
Elde edilen karlar ileride toplum yararına
kullanılmak üzere saklanır.
•
1900’lerde gelişen bu fikir yerleşme siyasetinde
bir uygulama aracı olmuştur.
•
Toprak Kibutz’a 49 yıl için kiralanır.
•
İsrail’de gençler askerliklerini yapmak üzere
Kibutz’a gönderilirler.
•
Kibutz’larda üye sayısı 200-400 yetişkin
arasındadır. Yeni Kibutz’larda bu sayı 60-70 arasındadır. Haftalık toplantılar
yapılır.
•
Kibutzlar birleşik kooperatif teşebbüsleridir.
•
Kişi eğitimini almak koşuluyla istediği işte
çalışır.
•
Ekonomik büyümenin temeli tarımdır.
•
Kibutz üyelerinin bütün ihtiyaçlarını temin
eder.
•
Topluluk fikrini güçlendirmek için evde oturmaya
sevk edecek düzenlemelerden kaçınılmıştır.
•
Çocuklar ortak yatakhanelerde uyurlar. Çocuklar
evden ayrı yetiştirilirler.
Moşav tipi köycülük
•
Toprak köye 49 yıllığına kiraya verilir. Köy
idaresi toprakları aynı şekilde köylülere devreder.
•
Moşav topluluğu iş organizasyonudur. Çok amaçlı
bir kooperatiftir.
•
100’den fazla aileden oluşur.
•
Mülkiyet kavramı vardır. Herkesin ayrı evi ve
toprağı vardır. Çalışma ortak fakat aile birimleri bağımsızdır. Herkes kendi
bütçesiyle dilediği gibi özel hayatını yaşar.
•
Üretim araçları, makineler, hayvanlar, binalar,
dükkanlar üretim topluluğunun malıdır.
•
Kadınlar yarım gün çalışır. Küçük çocukları
olanlar çalışmaktan muaftır.
•
Topluluk üyelerinin ve ailelerinin ekonomik ve
maddi refahları, sağlık sigortasından kültürel ihtiyaçlarını temin etmekten ve
yaşlıların bakımını sağlamaktan sorumludur.
•
Köylü ürettiğini köy kooperatifine teslim eder,
kooperatifte bunu para karşılığı satar.
•
Çocukların öğrenimi toplum tarafından yapılır.
Çocuklar evde yaşar.
•
Her aile büyüklüğüne göre ücret alır.
•
Aylık, günlük ihtiyaçlar için büyük bir mağaza
vardır.
•
Büyük bir daire şeklindeki Moşav’ın ortasında
hastane gibi tesisler yer alır.
BÖLGESEL ŞEHİR
·
250 bin-300 bin nüfusa hitap eder. Lineer
gelişme esas kabul edilmiştir. Üniteler arası mesafe minimuma indirilmiştir.
•
Bütün bu yerleşme merkezleri gelişme için
katalizör rol oynarlar. Göçmenler burada dil öğrenerek ülkenin hayatına
katılırlar ve yeni bir sosyal çevreye buradan girerler.
•
İsrail’de yeni şehir siyaseti sadece fiziksel ve
mimari yönden değil, fakat genel olarak sosyal ve ekonomik yönleri ile ele
alınmıştır. İsrail’de 1960-70’li yıllarda İmar İskan Bakanlığı tarafından 25
tane yani şehir inşa edilmiştir.
Konut ve Konuta İlişkin
Kavramlar
Barınma,
insanların en temel haklarından biri olup insan onuruna uygun bir yaşam için bu
ihtiyacın belirli bir standartların altına düşürülmeden giderilmesi gerekir. Bu
nedenle konutu en basit haliyle insanların sağlıklı ve güvenli bir şekilde
asgari yaşam koşullarını sağladığı ve asgari düzeyde kaliteli malzeme ile
dayanıklı şekilde inşa edilen mekânlar olarak tanımlayabiliriz.
Konut Nedir?
·
Maslow’un 5’li ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk
sıra: Temel ihtiyaçlar; beslenme, barınma vd.
·
Konut, sıcak ve soğuktan, dışardan gelebilecek
tehlikelerden koruyan ve bireylere aidiyet, mahremiyet gibi duygular
hissettiren bir ihtiyaçtır.
·
Konut; içinde birey, aile ya da ailelerin
barındığı her türlü yapının genel adıdır.
·
Konutun genel işlevleri; ev halkının yaşaması ve
bunun için gerekli olan yemek pişirme, sıcak ve soğuktan korunma, yıkanma,
tuvalet ihtiyacı, uyuma, oturma gibi temel gereksinmelerin karşılanmasından
oluşur.
·
Konut her zaman acil bir ihtiyaç olmuştur.
·
İnsanlar neden konut yapar ya da satın alır?
Konut,
bireyin kendisi ve ailesiyle birlikte yaşadığı sosyal yaşamın en önemli parçası
olup, birçok hak ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Bu bir yandan
anayasalarda yer alan yerleşme hürriyetiyle diğer taraftan da sağlık, yaşam
hakkı ve bireyin maddi ve manevi kendisini geliştirme hakkı gibi pek çok
haklarla bağlantısı olan haklardan biridir.
Başka
bir anlatımla söz konusu olan konut hakkı, bireylerin insan onuruna yaraşır bir
şekilde yaşaması için gerekli olan en temel haklardan biri olup bu hak
bireylerin sağlıklı yaşaması, iş ve yaşadığı çevreyi seçme gibi birçok noktayı
etkilemesi bakımdan da özel bir öneme sahiptir.
Türk
Dil Kurumu konutu; Bir insanın yatıp kalktığı, iş zamanı dışında kaldığı veya
tüzel kişiliği olan bir kuruluşun bulunduğu ev, apartman gibi yer, mesken,
ikametgah, olarak tanımlamaktadır.
Tekeli konut kavramının daha
geniş olduğunu, bu kavramı kısa terimlerle sınırlamanın doğru olmayacağını
savunmaktadır. Tekeli konutun tanımını;
§
Bir barınak,
§
Üretilen bir meta,
§
Bir tüketim malı,
§
Toplumda kişiler ve aileler açısından gelecek için bir güvence,
§
Toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesinin aracı,
§
Emeğin yeniden üretildiği bir yer,
§
Enflasyon karşısında paranın değerini korumaya yönelik ve yeni oluşan kentsel
rantlara el koyabilmeyi sağlayan bir yatırım aracı,
§
Kentsel çevrenin oluşturulmasında bir kültürel artifact,
§
Bir yaşam çevresinin yada kalitesinin oluşturulmasında yapı taşı,
§
Bir yatırım olarak spekülatif değer artışlarına el koyma yolu,
§
Ekonominin canlandırılmasının, bunalımdan çıkarılmasının, istihdam
yaratılmasının aracı, şeklinde maddeler halinde tanımlamıştır
• Konut edinme, piyasa
koşullarında bir bedel karşılığıyla olur.
• Ancak, konut talebinin
belirlenmesinde her zaman piyasa (arz-talep) kuralları yeterli olmayabilir
(spekülatife açıklık).
Konut Sorunu; ülkedeki nüfus
hareketinin kentsel alanda meydana getirdiği konut arzı ile talebi arasındaki
dengesizlikten kaynaklanan sorundur.
Konutla İlgili Kavramlar
Konut Talebi;
Konut
piyasasında ödeme gücüne sahip olanların konut alma isteklerini ifade eder.
Yani satın alma gücüyle desteklenmiş konut alma isteğini belirtir.
• Ödeme gücü ve bireysel
tercihler, Konut Talebinde belirleyici.
• Konut Talebi, diğer mal ve
hizmetlerdeki gibi konut fiyatlarının yükselmesine/azalmasına sebep olabilir.
• Konut fiyatı nasıl artar ya da
azalır?
• Konut talebinde temel belirleyici, toplumsal
refah artışıdır.
• Artan gelir, konutu ihtiyaç
dışında, yatırım aracına dönüştürebilir.
• Ayrıca, konut, statü sembolüne
dönüşebilir ki bu da yine refahın bir türevidir.
Konut İhtiyacı
• Talebin tersine, ödeme gücü ve
bireysel tercihlerden bağımsızdır.
• Konut İhtiyacı, insan onuruna
yaraşır nitelikli konut sayısını ifade eder.
• Konut ihtiyacı olan birisi,
ödeme gücü olmadığında konut talebinde bulunamaz.
• Birden fazla konut talebinde
bulunan birisinin mutlaka konut ihtiyacı olmayabilir.
• Ülkemizde bazen konut
fazlalığından ya da azlığından söz edilir.
• Konut fazlalığı olduğunda bu
tüm konut ihtiyacının karşılandığı ve fazladan boş konut arttığı anlamına
gelmez. Bu, talep edilenin üzerinde konut arz edilmiş olmasını ifade eder.
Konut Arzı ve Konut Talebi
Dar anlamda konut sorunu, bir
ülkedeki konut stoku ile konut gereksinmesi arasındaki fark olarak tanımlanmaktadır.
Bu bağlamda konut sorununun boyutları konut arz ve talebine bağlı
bulunmaktadır. Konut arzındaki değişmeler ülkedeki konut stokunu belirleyici
olmaktadır. Konut gereksinmesi ise, ülkenin değişen sosyoekonomik koşullarına
bağlı olarak konut talebi ile ilişkili olmaktadır.
Konut Stoku ve Konut Arzı Konut
arzı, konut stokundaki değişmelere uzun dönemde etki yapmaktadır. Kısa dönemde
ise, konut arzı mevcut konut stoku tarafından belirlenmektedir. Bir ülkedeki
konut stoku kısa dönemli (durağan) bir yapıda ele alındığında bu stok (Sk );
mevcut konut sayısı (s); konut olmadıkları halde konut gibi kullanılan yapılar
(b) ve türlü nedenler ile boş bekletilen konutlar (c), toplamı ile bu toplamdan
yenilenmeleri gereken (d) başka amaçlar için kullanılan (e) ve yazlık (f)
konutlarının çıkarılması ile bulunmaktadır:
SK = (a + b + c) - (d + e + f)
Konut stoku uzun dönemli
(devingen) bir yapıda ele alındığında, eskime, yangın, kamulaştırma, doğal
yıkım olayları vb. nedenleri ile meydana gelen eksilmeler (y) dikkate
alınmalıdır. Ayrıca yeni üretilen konutların (s) yani arzın da dikkate alınması
gerekecektir. Bu durumda uzun dönemli konut stoku aşağıdaki biçimde olacaktır.
Su = SK - y + s
Veya
Su = (a + b + c) - (d + e + f) -
y + s
2. Konut Gereksinmesi ve Konut
Talebi
Bir
ülkedeki konut sorununun diğer bir boyutunu da konut gereksinmesi
oluşturmaktadır. Bireysel açıdan konut gereksinmesi, barınma için gerekli ve en
az düzeyde yeterli olan mekan gereksinmesidir. Toplumsal düzeyde konut gereksinmesi
ise, gerekli ve en az düzeyde yeterli mekan birimlerinin mevcut miktarı aşması
halinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda konut gereksinmesi toplumsal bir içerik
taşımaktadır.
Konut
gereksinmesi, potansiyel bir taleptir. Bu potansiyel talebin efektif talep
haline dönüşebilmesi için ödeme gücü ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu
bağlamda konut talebi ile konut gereksinmesi kavramları ayrı anlamlar ifade
etmektedir. Konut gereksinmesi, konut açığı sorunun toplumsal yönünü ortaya
çıkarırken konut talebi ekonomik yönünü vurgulamaktadır.
Konut ihtiyacı; kişilerin
satın alma gücü ve tercihlerine bakılmaksızın, asgari seviyede
barınabilmelerini sağlamak için gerekli konut miktarıdır. Konut ihtiyacı,
nicelik ve nitelik itibariyle iki farklı şekilde değerlendirilebilir. Konut
ihtiyacının niceliksel ölçümü; konut özelliklerinin, yaşanabilir ve sağlıklı
olması için gerekli fiziksel standartları taşıyan konutları kapsar.
Konut
ihtiyacının nitel ölçümü ise; konutun fiziksel özelliklerinin yanı sıra sosyal
ve çevre özelliklerinin de hesaba katılması sonucu ortaya çıkan gösterge olarak
değerlendirilebilir.
Konut
talebi ise konut ihtiyacından farklıdır. Konut ihtiyacının talebe dönüşebilmesi
için kişilerin söz konusu konutu alabilmesi için satın alma gücüne sahip olması
ve bunu istemesi gerekmektedir. Konut talebi, barınma amaçlı olup da satın alma
gücüyle desteklenmiş talebin yanında, getiri amaçlı, lüks ya da ikinci bir
konuta olan bütün talepleri de kapsar. Bu yüzden konut ihtiyacı ile konut
talebi ayrı anlamlar ifade eder.
Konut
ihtiyacı, açık ve gizli konut ihtiyacı olmak üzere iki farklı şekilde olur.
Açık konut ihtiyacı, sayısal özellikler içerirken, gizli konut ihtiyacı,
yapının niteliği ve hane halkı büyüklüğü gibi birçok özelliği içerir. Örneğin
Aşırı kalabalık, birden çok ailenin yaşadığı, niteliksiz, güvenliksiz ve
dayanıksız konutlar gizli konut ihtiyacı içinde yer alırken açık konut ihtiyacı
içinde yer almaz.
Gizli
konut ihtiyacı açık konut ihtiyacına göre daha kapsamlı bir şekilde konut
ihtiyacını gösterir. Türkiye’de konut ihtiyacı tahminler çerçevesinde
bulunabilir. Ancak gizli konut ihtiyacını tahmin edebilmek zordur. Bazen gizli
konut ihtiyacını etkileyen faktörler açık konut ihtiyacını da dolaylı olarak
etkilemektedir.
Türkiye’de Yerleşmeler
Ülkemizde Cumhuriyet Dönemi’ne
gelindiğinde bile hala, toplumsal yapı açısından sanayi öncesi toplum
özelliklerini taşıdığı bilinmektedir. Batı Avrupa, Ortaçağ’dan başlayan bir
gelişme süreci içinde sanayi toplumu aşamasına geçerken toplumumuz bunu başaramamıştır.
Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk
yıllarında yerleşim sistemleri sanayi kentinin tersine, doğal çevreyle
çelişmeyen, ona uyan bir gelişme modeli sergilemektedir. Bunun bir nedeni de
doğal çevre üzerinde sanayileşme ve kentleşme baskısının olmamasıdır. Kentleşme
hızı 1950’lere kadar çok yavaştır. Yeni toplumun ülke kaynaklarını harekete
geçirerek ekonomik gelişmeyi sağlama çabaları henüz amacına ulaşmamıştır. İlk
sanayileşme atılımları 1930’lı yıllarda yapılmış ve ilk çevre sorunları Karabük
ve Murgul gibi yerleşimlerde görülmüştür.
Ancak ülkede yerleşim sistemi
henüz geleneksel formunu korumaktadır. Bu zaman süresince toplumun benimsediği
yerleşim sistemi, merkezlere yakın alanlarda az miktarda apartmanlaşma ile
temelde bahçe kent modelinden oluşmaktadır. Özellikle Jansen tarafından
Ankara’nın yeni yerleşimleri için öngörülen kentsel doku, diğer birçok kentte
de uygulanmış ve çevreyi bozmayan bahçe kent bölgeleri dönemin gelişme biçimini
yansıtmıştır.
Türkiye, 1950’lerden bugüne kadar
bir sanayileşme ve kentleşme dönemi içinde bulunmaktadır. Bu nedenle ülkemiz,
Batı toplumlarının geçen yüzyılda yaşadığı çevre sorunlarını günümüzde
yaşamaktadır. Bu sorunlar;
•Hızlı kentleşme
• Kentsel çevre içinde
sanayileşme
• Sanayi ve ısınma kirlenmesi
• Plansız büyüme ve sağlıksız
konut
• Ulaşım ve altyapı
• Yüksek yoğunluk ve yığılmalar
• Güneş ve yeşilsiz kentsel
çevreler şeklinde sıralanabilir.
Toplumsal gelişme düzeyine bağlı
olarak bugün kentlerimizde 3 farklı konut tipolojisinden söz edilmektedir.
1. Gecekondu
2. Düzenli konut
3. Toplu konut
Kente
kırsal bölgelerden yeni gelenler ile yoksul insanların mekanı olan gecekondu,
kısaca “İmar kurallarına aykırı olarak başkasının veya hazinenin arsasına
alelacele çakılıveren barınak” olarak tanımlanabilir.
Düzenli Konut Bölgeleri,
özellikle 1960’lı yıllarda var olan bahçe kent dokularını ortadan kaldırarak
gelişen apartmanlardan oluşmaktadır. Yerel yönetimler hem bazı olanaksızlıklar
hem de spekülatif baskılar nedeniyle alt yapı ve ulaşım sistemlerini
yaygınlaştıramayarak yeni kentsel alanları yerleşime açamamışlardır. Bunun
sonucunda, var olan kentsel parsellerde yoğunlaşma eğilimleri apartmanlaşma
olgusunun ortaya çıkarmıştır.
Bu gelişme şeklinde orta ve üst
gelir grupları, aynı güneşsiz ve yeşilsiz, ancak pahalı konutlardan oluşan
yerleşmelerde yaşamaya zorlanmışlardır. Konut stokunun büyük bir kısmını
oluşturan düzenli konut bölgelerinde karşılaşılan olumsuzluklar ise;
• Kirlenme
• Gürültü
• Yönlenme ölçütleri açısından
uyumsuzluk
• Komşuluk ilişkilerini
zayıflatması
• Ülkenin farklı bölgelerinde ve
farklı büyüklüklerindeki kentlerinde aynı olması şeklinde sıralanabilir.
Üçüncü bir tip olan toplu
konut ise, günümüzdeki yeni çevrelerin temel öğesini oluşturmaktadır
Toplu konutlar çoğunlukla
kooperatifler ve kamu kurumları eliyle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca kredi
veren kuruluşlar ve özel kesim eliyle gerçekleştirilenler de bulunmaktadır.
Ülkemizde Cumhuriyet Döneminde bu anlamda birçok girişim olmuştur. Ancak
gerçekleştirilenler toplam konut stoku içinde sınırlı kalmıştır.
Toplu Konut Tanımı
Tek tek yapılar olarak değil,
fakat büyük konut siteleri halinde yapıldıkları zaman teknik, toplumsal ve
ekonomik kimi yararlar sağlayabilen büyük girişimlerdir.
Toplu Konut Kavramı, topluca çok
sayıda yapılan konutlardan sosyal tesisler, işyeri ve konut çeşitliliği ile bir
bütünlük gösteren yeni kent parçalarına kadar değişik anlamlar taşımaktadır.
Fakat hepsinin ortak özelliği, çok sayıda konutu topluca üretmeyi planlamış
olmalarıdır.
Şimdiye kadar yapılan
uygulamalarda Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından en az planlama alanı
olarak 15 hektar ilkesi aranmıştır. Bir komşuluk ünitesi birimi (3000-5000
kişilik bir nüfusu) barındıracağı kabul edilerek hareket edilmiştir.
Toplu konut yasasında, imar
planları onaylanmış ve yapıma hazır hale getirilmiş olan yerlerde 200 konut,
imara yeni açılacak yerlerde yüzölçümü 15 hektar olan ve yerleşim alanlarında
yapılacak 750- 1000 konut ile bunların ortak kullanım ve tesis alanları ile
işyerleri de toplu konut olarak tanımlanmaktadır.
Sosyal konut kavramına uygun
olarak yapılan ilk toplu konut tasarımı Herikzedegan apartmanlarıdır. Bu
apartmanlar, İstanbul’un büyük bir bölümünü yok eden 1918 yangınında evlerini
yitiren, dar gelirliler için yaptırılmışlardır.
Türk yapı tarihinin bu çok katlı
ilk toplu konut örneğinde merkezdeki avluların ailelerin sosyal yaşantısını
olumlu yönde etkileyen komşuluk ilişkilerini geliştiren ortak açık mekanlar
görevi yaptıkları yadsınamaz.
Cumhuriyetin ilanından hemen
sonra hızlı gelişme ile birlikte ortaya çıkan barınma sorunu, özellikle
kentleşmenin çok hızlı olduğu Ankara’da kendini göstermiştir. Ankara’nın
başkent oluşundan sonra sayıları hızla artan memur ailelerinin, bir taraftan
konut azlığı diğer taraftan da yükselen kiralar nedeniyle barınma sorunları
gittikçe artmıştır.
Bu sorunlara çözüm arama çabaları
ise, dikkatlerin memur konutları konusunda yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu
dönemde konut kooperatifçiliğinin denendiği, kooperatiflerin ilk örnekleri olan
Bahçelievler ve Güvenevler yerleşimlerinin gerçekleştirildiği görülmektedir.
1930’lu yıllarda kurulan sanayi
tesislerinin, sosyal gereksinimleri karşılamak üzere, büyük kentlerin dışında
toplu olarak yapılan lojmanlar, bu yıllarda yapılan toplu konut örnekleridir. Kayseri
Bez Fabrikası ve Demir-Çelik Fabrikası lojmanları, bu konutlar arasında
sayılabilir.
1944 yılında Bayındırlık
Bakanlığı’nın memur konutları yapmakla yükümlendirdiği “Memur Konutları Yasası”
çıkarılmıştır. Bu yasa ile ilgili ilk uygulama, Ankara’da kurulan Saraçoğlu
Mahallesidir. Bir komşuluk birimi anlayışı ile yapılan ve 469 birimden oluşan
bu mahalle Prof. Bonatz tarafından planlanmış ve inşa edilmiştir.
1. Beş Yıllık Planda öngörülen
sanayileşmenin gerçekleşmesinde Sümerbank’ın öncü olması düşünülmüştür.
Sümerbank’a ait fabrikaların kurulması ise, fabrika çevresinde yoğun bir
biçimde konut gereksinimi doğurmuştur. Bunun sonucunda, bir konut programının
hazırlanması ve program çerçevesinde fabrikaların kurulduğu kentlerde işçi
mahalleleri gerçekleştirilmesi yoluna gidilmiştir.
Cumhuriyet Döneminde konut
açığına çözüm bulma çabaları, 2. Dünya Savaşı sırasında tüm Dünya’da olduğu
gibi Türkiye’de de duraklama göstermiştir.
2. Dünya savaşı sonrası ilk toplu
konut yerleşim örneği Yenimahalle'dir. Yenimahalle, 1948 yılında özellikle
Ankara’da görülen gecekondulaşma ve konut sorununa çözüm getirmek üzere
çıkarılan, 5219 sayılı ve 5218 sayılı Bina Yapımını Teşvik Kanunu’na
dayandırılarak kurulmuştur.
Yasaya uygun olarak belediyenin
hazırladığı ve 1946 yılında kurulan Emlak Kredi Bankasının da kredi sağladığı
yerleşim, belli bir plan çerçevesi içinde kısa sürede tamamlanmaya çalışılması
açısından başarılı görülmektedir.
1950’lilerde Emlak Kredi
Bankasının kendi yaptığı uygulamalar da görülmektedir. Bu uygulamaların amacı,
ucuz konut yapmak, konut kredisi sağlamak, yapı ve yapı malzemesi sanayini
geliştirmek ve hatta toplu konut yapımını hızlandırmaktır.
Emlak Kredi Bankası tarafından
yapılan toplu konut örnekleri; 1950’li yılların en büyük toplu konut girişimi
olarak nitelendirilen Ataköy ile daha küçük ölçekli olan Levent, 1957 yılında
1374 konutluk, Yenimahalle blokları ise 1964 yılında 1263 konutluk olarak
planlanmışlardır.
2. Dünya Savaşından başlayarak
60’lı yıllara kadar süren bu dönem, mülk konuta ağırlık veren, genellikle üst
ve orta-üst gelir gruplarına yönelen ve düşük gelir grubunun konut sorununa
çözüm getiremeyen örneklerin ağırlıklı olduğu bir dönemdir. Özellikle, 1955’de
yasallaşan kat mülkiyeti ile kent içinde küçücük parseller üzerinde değişen imar
durumlarının sağladığı olanaklarla, çok yüksek yoğunluklu ve alt yapı açısından
yetersizliklere sahip yeni apartmanlaşma dönemi başlamıştır.
Bütün bunların sonucunda,
ülkemizde 60’lı yılların sonuna doğru konut sorununun çözümünde tek seçeneğin
TOPLU KONUT olduğu konusunda görüşler belirtilmiştir. 60’lı yılların ikinci
yarısından sonra, sendikalar da toplu konut yapmaya başlamıştır. İlk örnek
Türkİş’in Ankara’da inşa ettiği 2566 birimlik Aydınlık evler Sitesi’dir.
60’lı yıllar, gerçekten de
Türkiye’deki toplu konut konusunda sayısal olarak açığı kapatma yolundaki
girişimlerin hızlandığı yılardır. Özellikle bu dönemde özel toplu konut
şirketlerinin de girişimlerinin başladığı görülmektedir. OR-AN ve ME-SA; konut
kooperatiflerine kredi veren kuruluşlara dayanarak, sosyal hizmetlerle birlikte
çok sayıda konutu içeren konut üretimine başlamışlardır.
Ülkedeki sosyal konut gereksinimi
ve bu gereksinmeyle ilgili finansmanı karşılamak üzere 8.7.1981 tarihli ve 2487
sayılı Toplu Konut Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla alt ve orta gelir
gruplarına sosyal konut sağlanmasına devletin desteği ve organizasyonu kabul
edilmiştir. Ayrıca, kanun kapsamına giren işlerin yapılabilmesi için kamu konut
fonu tesis edilmiştir.
Ankara’da belediyeler eli ile
gerçekleştirilmiş olan yeni yerleşim alanları bulunmaktadır. Bunlara örnek
olarak; kentin Batı koridorunda yerleştirilen Batıkent, Eryaman ve Sincan gibi
toplu konut alanları ile, kentin güneydoğusunda planlanan Doğukent yeni
yerleşimleri verilebilir.
1970’lerden sonra, Ankara Nazım
Plan Kararları doğrultusunda düşük ve orta gelirli kentli nüfusa ayrılmak üzere
kamulaştırılmış olan Batıkent Yeni Yerleşim Alanı bu girişimlerin en
önemlisidir. Ankara Belediyesi ile Kent-Koop işbirliği sonucu gelişen Batıkent
Toplu Konut Alanı’nda, kooperatifler birliği modeli ile gerçekleştirilmesi
amaçlanan 40 bin konuttan 12.676’sı 1989 yılında tamamlanmıştır. 1992 yılı
sonuna kadar Batıkent’te ön görülen konut sayısının %73’ünün tamamlanması
amaçlanmıştır.
Türkiye’de gecekondulaşma
süreci: yasal ve sosyo-kültürel boyut
Türkiye, 1950’lerde kırdan kente
kitlesel göçün ardından kentsel alanlarda yeni bir olguyla tanışmıştır:
“Gecekondulaşma”. O dönemde, gecekondu, kitlesel göçün etkilerini hafifletmede
en önemli tampon kurumlardan biri haline gelmiştir. Kentlerimizde yeterli konut
arzı sağlanamadığından, yasadışı yollarla üretilen gecekondu, ülkemiz
kentleşmesinin ilk aşamalarında ortaya çıkmış ve 1950’lerde de
kurumsallaştırılmıştır.
Gecekondu Kavramının Anlamı
Nedir?
Gecekondu kavramı, dil bakımından
yapısal olarak iki sözcükten oluşmuş birleşik bir sözcüktür. Birinci sözcük
“gece”, ikincisi ise konmak eyleminden türetilmiş “kondu”dur.
Gecekondu sözcüğü, taşıdığı
toplumsal niteliklerinden ötürü de bir kavram biçimini almıştır. Gecekondu
sözcüğünün, bir kavram olarak konuşma dilimize girişi, 1940– 1950 yılları
arasına rastlamaktadır. Sözcüğün yaratılışı, ne kültür kurumları ne de özel bir
kurum aracılığı ile olmuştur.
Sözcüğün yaratılışında ve
dilimize kazandırılmasında birinci etken halktır. Halkın bir “yapma” eylemi
sonunda ortaya çıktığı kuşkusuzdur. Başka söyleyişle, “gecekondu kavramı halkça
yaratılmış, üretilmiş bir kavramdır. Genel bir anlatımla bir gecede, çok çabuk
olarak yapılan bir barınak anlamını içerir.
Gecekondunun çeşitli adlar
almasının yanında kavramın birçok düşünür tarafından da tanımlandığını
görüyoruz. Kıray’a göre gecekondular, “tarımda pazara yönelik üretime geçişin
ve kentlere nüfus yığılmalarının hızlanmasına rağmen, sanayileşmesini çok yavaş
gerçekleştiren toplumlarda ortaya çıkmaktadır”.
Tekeli gecekondu kavramını,
“dıştan alınan teknoloji ile kalkınan bir ülkenin modern teknoloji kullanan
kesimi tarafından emilemeyen işgücünün kentlerde oluşturduğu bir yerleşme ve
yaşama biçimi” olarak tanımlamaktadır.
Keleş de gecekonduyu Kent bilim
Terimleri Sözlüğü’nde; “Bayındırlık ve yapı kurallarına aykırı olarak,
gerçekleşen ya da tüzel, kamusal ve özel kişilerin toprakları üzerine, toprak
iyesinin istenç ve bilgisi dışında, onamsız olarak yapılan, barınma
gereksinmeleri devletçe ve kent yönetimlerince karşılanamayan yoksul ya da dar
gelirli ailelerin yaşadığı barınak türü” olarak tanımlar.
İngiliz Geoffrey K. Payne,
gecekondu türü barınakları, “Birinci Dünya’nın konut sorunlarına Üçüncü Dünya
ülkelerinin bulduğu çözüm” olarak nitelemiştir.
Ülkemizde 1966 yılında kabul
edilmiş olan 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 2. maddesinde ise şöyle
açıklanmıştır: “Gecekondu deyimiyle imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata
ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya
arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan izinsiz yapılar kastedilmektedir”.
Tümüyle olmasa da genellikle
köylerden ve kırsal kasabalardan göç eden insanlarca, “kentin çeşitli
bölgelerinde sıkışık ve geniş kümeler halinde inşa edilen bu gibi yapı ve
semtler, gecekondu bölgelerini doğurmuştur”
Özellikle II. Dünya Savaşı
yıllarında ortaya çıkan gecekondulaşma olgusunu birçok araştırmacının farklı
yaklaşımlar getirerek incelemeye çalıştığı görülmektedir.
Bu yaklaşımların özellikleri
şöyle özetlenebilir:
Ø
Gecekondu, kırsaldan kentsel yaşama geçiş, “dönüşümsel” bir yaşayış şekli ve bu
özelliklerin mekana yansımasıdır,
Ø
Gecekondu, kırsaldan kopan insanların kentlerde sanayi ve örgütlere dahil
olamadığı için emilememiş nüfusun mekana yansımasıdır,
Ø
Gecekondu, yalnız bir barınma sorunu değil; bir gelir dağılımı, sosyal sınıf ve
sosyal güvenlik sorunudur,
Ø
Gecekondu, kendisine ait olmayan arsa ve araziler üzerinde sahibinin rızası
alınmadan yapılan izinsiz yapılardır.
1960’a kadarki süreci kapsayan bu
dönemde, ülkemizdeki gecekondulaşma, yoksul ailelerin “masum” barınma
gereksinimlerini karşılamaya yöneliktir. Ticari bir anlam taşımaz ve kullanım
değeri ön plandadır.
1960-70 arası olan ikinci döneme
gelindiğinde ise, gecekonduluların ekonomik ve siyasal rolü sağlamlaşmış, kadın
ve çocukların da çalışma alanına girmesiyle gecekondu ailesi çok gelirli bir
nitelik kazanmıştır.
Bu dönemde, kaydedilen
gelişmelerden dolayı gecekondularda da iyileştirmelere gidilmiş, yakın
çevreleri düzenlenmiş, konutlar tek katlı, badanalı, bahçeli, dönemin en çok
kullanılan dayanıklı ve yarı-dayanıklı tüketim maddeleriyle doldurulmuştur.
1966 yılında 775 sayılı yasa ile
gecekondunun varlığı resmen kabul edilmiş, kentte yerleşebilmesine yönelik
resmi imkanlar ve kurallar getirilmiş olup 1950’lerde sefalet yansıtan, derme
çatma, korunaksız, dört duvar ve bir çatıdan oluşan, bir gecede yapılan ve
altyapısı bulunmayan gecekondular, 1960-70’lerde gecekonduya ilişkin çıkarılan
kanun ve aflarla hem altyapısına kavuşmuş hem de meşruiyetini kazanarak bir
rant kazanma aracı haline gelmiştir.
Genişleyen kent sınırlarıyla
birlikte bu eski yerleşim alanları kent merkezinde kalmış ve arazi değerleri
artmış, bunu da “apartmanlaşma” izlemiştir.
Gerçekleşen bu gelişmelerle kaçak
yapılaşma tetiklenerek başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimizde çok katlı
gecekondu mahalleleri oluşmuştur. Aynı şekilde imarlı veya imarsız oluşan çok
katlı apartmanlaşma da gecekondu sorununun içinden çıkılması çok zor bir hal
almasına neden olmuştur; çünkü tek katlı gecekondu semtlerini kat artırarak
tasfiye etme imkanı varken, çok katlı ve yoğun yapılaşmanın olduğu alanların
dönüştürülmesi çok daha güçtür.
1970-80 dönemine gelindiğinde
gecekondu yapım sürecinin tamamen ticarileşmiş ve “toprak spekülasyonu”nun
başlamış olduğunu görüyoruz. Bu dönemde dikkat çeken önemli olgulardan biri,
yoksul kitle için arsa bulup yapan “gecekondu firmaları”nın ortaya çıkmasıdır.
Hazine arsaları üzerinde konut yapabilmek için buraları denetlediğini söyleyen
yasadışı bir güç ortaya çıkmıştır.
Dar gelirli kitle için kentte
arsa sağlayıp yapı gereçleri bulan ya da gecekondu yapıp satan bu gecekondu
tüccarları için gecekondu illegal bir kazanç yolu haline gelmiştir.
Bu dönemde hızlı enflasyon sonucu
arazi fiyatları oldukça yükselmiş, kentin çevresinde bulunan gecekondu
yerleşmelerine otobüs ve dolmuşlarla bağlantı sağlanmasıyla gecekondu
alanlarının önemi ve değeri artmıştır.
Artık bu dönemde, özellikle
yüksek gelir grubunun yerleştiği yerlerin yakınlarındaki gecekondular, ekonomik
gücü yeterli sahiplerince çok katlı konutlara dönüştürülmekte, yeterli maddi
olanağı olmayan gecekondulular ise arsalarını kat karşılığı müteahhitlere
vermektedirler.
Gecekondu sahibinin artık en
önemli sorunu artan enflasyon karşısında konut ve arsasını en uygun zamanda
paraya ya da apartmana dönüştürebilmektir.
Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren
gecekondu yapımının temel öğesi durumunda olan arsa elde etme koşulları
değişerek artık sadece kamu arazilerinin işgaliyle sınırlı kalınmamış, bu
tarihten itibaren kent çeperlerindeki arsalar sahipleri tarafından parsellenip
satılmaya başlamıştır.
·
1950’lerin “teneke damlı, altyapısız
mahalleleri, 1970’lerin sonunda kentlerin düzgün, düşük yoğunluklu, yeşil
ağırlıklı, altyapılı mahallelere dönüşme yoluna girerek” bir evrim geçirmiştir.
·
1960’ların ortalarında başlayan apartmanlaşma,
1970’lerde hız kazanmış, gecekondu bölgeleri tamamen inşaat alanları haline
gelmiştir. Apartmanlaşma diğer kentliler için de bir umut olmuştur.
·
İlginç gelişmelerden biri de, gecekondulaşmanın
ilk evrelerinde gecekonduluyu kabul etmeyen kentlilerin, yapılan ıslah imar
planlarıyla gecekonduluların yerleştikleri yeni alanlarda beraber
yaşamalarıdır.
1970’li ve 1980’li yıllar
gecekondunun kendini yeniden üretebilir hale gelerek kalıcılaştığı yıllardır.
Esnek üretim, hizmet sektöründeki boşluklar enformel sektörün yaygınlaşmasını
sağlarken, hemşerilikten doğan patronaj ilişkileri bunun sürekliliğini garanti
altına almaktadır.
Gecekondu halen kırdan kente
göçen düşük gelirliye hizmet etse de, artık ilk zamanlardaki esnekliğini
yitirmiştir. Bundan sonrası için itici olan güç, gecekondunun üzerine yapılacak
arsanın değeri; amaç da bu ranttan yararlanabilmek, bu ranta el koyabilmek
olmuştur.
1980 sonrasında af yasalarının
çıkarılmaya devam etmesiyle kaçak yapılaşma kentin rant paylaşımını yapan
kesimlerce alternatif bir sektör haline gelmiştir.
Kaçak yapılaşmanın kapsamı
gecekondudan lüks konuta; alışveriş merkezi, sanayi, depolama, tarım ve turizm
yapılarına kadar çeşitlenmiş, tüm sektörlerde yaygınlaşan bir hastalık halini
almıştır. Gecekondu alanları günümüzde artık hisseli parsele dönüşüm sürecini
tamamlamıştır.
Gelişmekte olan ülkelerdeki
gecekondu tipi yerleşmelerin, zaman zaman batıdaki yoksulluk yuvaları ile
birbirine karıştırıldığı görülmektedir. Bu iki yerleşim tipi arasında benzerlik
olmasının yanında daha çok farklılıklarının olduğu söylenebilir.
Proje alanı; Ankara kentinin
kuzey aksında, Altındağ ve Keçiören Belediye sınırları içinde, çevre otoyolunun
güneyinde -Esenboğa yolunun (Protokol Yolu) doğu ve batısında yaklaşık 393
hektarlık bir alanı kapsamaktadır.
Gerek gecekondu yasaları ile
alınan önlemler ve uygulamalar (imar ve gecekondu affı vb.), gerekse kalkınma
planları ve hükümetlerin siyasi söylemlerindeki amaçlar gecekondu sorununa bir
çözüm getirememiştir.
Aksine 1965'te 430 bin olan
gecekondu sayısı 1980'lerde 1.250.000 bine yükselmiştir.
Bu da gecekondu da yaşayanların
ortalama aile büyüklüğünün 5 kişi olduğu saptamasından hareketle toplam
gecekondulu nüfusun 6–7 milyonu aştığını göstermektedir. Günümüzde ise
gecekondu sayısı ve buralarda yaşayan nüfus, 1980'lerdeki sayıların iki katına
yükselmiştir.
Sorunla ilgili olarak bugüne
kadar bir takım çözüm önerileri geliştirilmiş ve bunlara bağlı uygulamalar
yapılmıştır.
Bunlar, sosyolojik anlamda kırsal
nüfusu yerinde tutarak göçü önlemek, bunun için de kırsal alanda bazı olanaklar
(köy-kent, tarım-kent projeleri gibi) yaratılarak kente göçenlerin
engellenmesini amaçlamıştır. Ya da tapu / tahsis belgesi dağıtılarak gecekondu
yapımı özendirilmiştir.
·
Göç, kentleşme ve gecekondulaşma Türkiye'nin
1950'lerden beri en önemli sorununu oluşturmuştur. Bu olguları birbirinden
ayrılmaz bir bütün olarak ele almak, yani soruna bütüncül bir yaklaşımla
bakmak.
·
Önceleri kendi yörelerinden topraksızlık,
geçimsizlik vb. sosyo/ ekonomik, şimdi ise bunlara ek olarak ortaya çıkan ve
yıllardır süren terör ve şiddet olayları nedenleriyle göçenlerin sorunlarına
çözüm üretmek.
·
Bugünkü sınıfsal boyutu ile mekân olarak
gecekondu, toplum olarak da gecekondulu, köylülükle kentliliğin, yoksullukla
zenginliğin, cehaletle elitliğin çatışmasının bir sonucudur. Bu farklılıkları
ve çarpıklıkları, toplumsal ve kültürel bir değişme anlayışı, eğitim ve
üretimle aşmak.
·
Gecekonduya, her nedense göçenlerin çoğunluğunun
(%85'i), geri dönmek istemedikleri araştırmaların ortak paydasını
oluşturmaktadır. Buna göre onların sosyal yapıları ve değerleri analiz edilip
sorunlarına yerinde çözüm getirecek uygulamalara geçilmesi.
·
Başlangıçta kırdan kente olan göç dalgası
zamanla değişikliğe uğrayarak, bugün geniş ölçüde kentler arası göçe
dönüşmüştür.. Bu yatay hareketlilik, kentlerin gelişme düzeyleri ve birbirinden
geri kalmışlığı ile ilgilidir. Bu farklar, yöre insanını göç veren illerde
tutacak çekim merkezleri yaratarak giderilebilir; böylece göç dalgası önlenerek
büyük kentlerin gecekondu sorununa çözüm üretilmesi kolaylaşabilir.
·
Gecekondu sorununa çözüm ararken, en ideali
sorunu yaratan göç nedenlerini ortadan kaldırmaktır. Bu yaklaşım, ülkemizin
coğrafi konumu, iklim koşulları, bölgelerarası eşitsizlikler, yatırım ve
sanayileşme politikaları gibi nedenlerle olası olmamıştır. Bu durumda devletin
ve yerel yönetimlerin yapması gereken görev, gecekonduluları, gecekondu
bölgelerini yoksulluktan, eğitimsizlikten, yıkım korkusundan, işsizlikten,
gecekondu tüccarlarının ve çetelerin
sömürüsünden kurtaracak önlemleri almasıdır.
Türkiye’de Konut Sunum Biçimi
·
Arsa mülkiyeti ve arsa değerlerindeki gelişme
·
Kentleşme hızı
·
Konut kesimindeki girişimcilerin özellikleri
·
Yapı malzemesindeki gelişmeler
·
Devletin bu kesimlere karışma eğilimleri gibi
nedenlerle farklı biçimlere dönüşerek çeşitlenmeler göstermektedir.
Konut Sunum Biçimlerinin
birbirlerinden ayrıldıkları ölçütler
1. Konut
yapımına ilişkin işlevlerin toplumdaki üç davranışsal birim, yani konut sahibi,
grişimvi ve devlet arasındaki arasında nasıl bölüşüldüğüdür.
2. Bu işlevlerin gerçekleştirilmesinin zaman içinde nasıl dağıldığına ilişkindir.
Türkiye’de Konut Sunum
Biçimleri
1. Bireysel
Konut Üretimi
2. Yapı
Kooperatifleri Kontrol Üretimi
3. Yap-
Satçı Üretimi
4. Toplu
Konut Şirketleri Eliyle Üretim
5. Yapı
Kooperatifleri Birlikleri ve Yerel Yönetim Eliyle Toplu Üretimi
6. Bireysel
Gecekondu Üretimi
7. Yarı
Örgütlenmiş Gecekondu Yapımı
1930’larda Türkiye’de tek konut
üretim biçiminin bireysel konut üretimi olduğu söylenebilir. Bunun
nedenleri;
1.Yavaş kentleşme
2.Kentsel arsaların henüz spekülatif
değer kazanmaması dolayısıyla
3.Konut maliyeti içinde arsa
maliyetinin düşük olması
4.Yerel yönetimlerin yeterli
kentsel alanlar planlayabilmesi ve kentsel altyapıyı sağlamakta önemli
sıkıntılarla karşılaşmamasıdır.
Bu sunum biçiminde bir konutun
yapılıp kunnalabilmesi için gerekli işlevler konut yaptırıcısı, girişimci ve
yerel yönetimler arasında bölüşümektedir.
İşlevlerin büyük kesimi konut
yaptırıcısı ya da konut sahibi üzerine düşmektedir. Bunlar;
1. Konutun
finansmanı ve arsayı sağlamak
2. Konut
planını yaptırmak
3. Yapıma
ilişkin izinlere yerel yönetimlerden almak
4. Yapıyı
gerçekleştirecek kişileri sağlamak
5. Biten
konutun bakımını ve işletilmesini sağlamak
Yap-Satçı Üretim
Bu
sunum biçimi, Türkiye’de 1950’li yılların sonuna doğru yaygınlık kazanmıştır.
En önemli davranışsal birim konut alıcısı değil, yap-satçı olarak adlandırılan
küçük girişimcidir. Konutun yapılıp gerçekleştirilmesine ilişkin işlevlerin
çoğu, bu konuda uzmanlaşmış olan yap-satçının üstündedir.
Yap-satçı iki kökenden
gelmektedir.
Bir kesimimimar ve inşaat
mühendisi gibi meslek adamıdır.
İkinci kesimiise inşaatçılıktan
çekirdekten yetişerek, belli sermaye birikiminden sonra yap-satçılığa
atılmışlardır.
Genellikle yap-satçı arsanın
sahibi değildir. Yap-satçı başkasının arsasındaki yapım hakkını, yapacağı
binadan arsa sahibine vereceği katların karşılığında elde etmektedir.
Yap-satçının sağladığı
yararlar
1.Arsa için sermaye
yatırmamaktadır.
2.Arsanın değerini üretilmiş
konut değeri üzerinden ödemiş olmaktadır.
3.Üreteceği konutların belli kesimi
için başlangıçta istem yaratmaktadır.
Bu üretim sürecinde, diğer sunum
biçimlerine oranla daha çok kiralık konut üretilebilmektedir.
Toplu Konut Şirketleri Eliyle
Üretim
Toprağın mülkiyeti girişimcinin
yani toplu konut yapım şirketinin elindedir.
Alanın imar planını yaptırmak,
imara açılma kararını almak ve kentsel altyapıyı getirme işlevlerini girişimci
yüklenmek durumundadır.
Konutlar, büyük ölçüde mülk konut
olmaktadır.
Yapı Kooperatifleri Birlikleri
ve Yerel Yönetim Eliyle Toplu Konut Üretimi
Bu sunum biçimi 1970’li yılların
ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Belediyeler, düşük gelirli kesime konut
sağlayabilmek için toplu konut yapımının örgütlenmesine aktif olarak girdiler.
Başlangıçta öncülüğü yerel
yönetim yüklenmekte, girişim belli olgunluğa ulaştıktan sonra, girişimi
kooperatifler birliğinin yönetimine devretmektedir.
Konutlar genellikle çok katlı
apartmanlar şeklinde olmakta ve çoğunlukla mülk konut olduklarından, kiralık
konut eğilimi ancak zaman içinde grupların yatay ve düşey hareketlenmeleri
sonucunda oluşmaktadır.
Konutlar genellikle bitmiş olarak
teslim edilmektedir.
Konutlar çoğunlukla orta
büyüklükte olmakta ve lüks malzeme kullanım eğilimi de düşük olmaktadır.
SOSYAL KONUT KAVRAMI VE UNSURLARI
Sosyal Konut Uygulamaları ve
Refah Devleti
Sosyal konut kavramına ilişkin
literatürde bir tanım birliği olmadığı gibi, uygulamada da farklı modellerden
söz etmek mümkündür.
Devletin konut arz etmesi sosyal
konut olarak adlandırılacak olursa, belediyeler, kar amacı gütmeyen
organizasyonlar, konut birlikleri ve hatta kooperatiflerin sunduğu konutlar
kapsam dışı kalabilecektir.
Öte yandan Avrupa’daki
uygulamalar özelinde belirtilmesi gereken bir başka husus da, devletin bizzat
kendi eliyle arz ettiği konutlarda, oturanlara mülkiyet hakkının verilmediği,
kiracılık ilişkisinin kurulduğudur.
Keleş (1966), İkinci Dünya
Savaşı’na kadar olan dönemde sosyal konut politikalarının hedef kitlesinin
toplumun geliri düşük kesimleri ve çoğunlukla işçiler olduğunu belirtirken,
savaş sonrası dönemde, görece daha yüksek gelire sahip olanlar arasında da bir
konut ihtiyacı doğduğunu ve devletlerin konut konusunu, genel bir sosyal
kalkınma problemi olarak görmeye başladıklarını aktarmaktadır.
Sosyal konut kavramı yorumunun
genişlemesi olarak ele alınabilecek bu görüşe göre, savaş sonrası dönemde
toplumun tüm sınıflarının daha iyi yaşam koşulları talep etmesi devletleri bu
anlayışa itmiştir. Ruşen Keleş’in altını çizdiği bir başka nokta ise, devlet
politikalarının niteliği ile ilgilidir. Buna göre, hayırseverlikten, “hizmet
ve görev” anlayışına doğru bir nitelik değişimi söz konusudur (Karakaş,
2015).
Sosyal konut politikaları
alanında uygulama aşamasında belirli önceliklere göre hareket edildiği kabul
edilmektedir. Bu önceliklerin her ülkenin kendi sosyo-ekonomik ve demografik
özellik ve ihtiyaçlarına göre belirleneceği muhakkak olmakla birlikte, Keleş
(1966), bu öncelikleri üç madde halinde sınıflandırmaktadır.
Buna göre, önceliklerin
gözetilmesi, ülkenin makroekonomik kalkınma hedeflerine uygunluk ve şehircilik,
çevre ve bölgesel kalkınma planlarına uygunluk ülkelerin konut politikalarını
şekillendiren önceliklerdir (Karakaş, 2015).
Bu öncelikleri içerecek şekilde
bir tanımlama geliştirmeye çalışan Keleş, “ulusal ekonomik kalkınma planlarının
içinde yer alan, sosyal sınıf, gelir, konut standardı gibi unsurlar bakımından
birtakım önceliklere sahip bulunan ve ilgili ülkenin şehircilik, arsa ve bölge
kalkınma politikaları ile bağdaşması gereken birbirini tamamlayıcı tedbirlerin
tümü” nü sosyal konut politikası olarak tanımlamaktadır (Keleş, 1966).
Sosyal Konut Tanımlar
Sosyal Konut,kamu veya özel
kurumlar tarafından genellikle alt, kısmen de alt-orta ve orta gelir grupları
için kentsel alanlarda veya ülkenin başka yerlerinde yapı, malzeme ve toprağa
ilişkin kamu düzenleme standartlarına uyularak üretilen konuttur.
Diğer bir tanıma göre de sosyal
konut,kiralık konut ile eş anlamda alınmış ve dar gelirlilere kiraya verilmek
üzere inşa edilen konut olarak ifade edilmiştir.
Sosyal konut,yoksul ve dar
gelirli toplulukların barınmasını karşılayan konuttur. Kamu kuruluşları ve kar
amacı gütmeyen kuruluşlar kanalıyla satmak ya da kiraya vermek üzere ve yönetim
ile, konutun içerisinde oturacak olan kimseler arasındaki ilişkileri de
kapsayacak şekilde konut yapma olarak tanımlanmaktadır.
Sosyal Konutun Amacı
Sosyal konutun asıl amacı,her
aileyi, ailenin ödeyebileceği değerde sağlık, güvenlik, huzur ve genel anlamda
yeterlik sağlayan tesislere kavuşturmaktır.
Asıl Hedef ise;
Konutların yer, konut birimi,
tipi, satış bedeli, kira gibi yönden toplumun gereksinimlerine uygun şekilde
dağıtımını sağlayarak, arz ve talep arasındaki dengesizliği gidermeye çalışmak
Konut maliyetlerini mümkün
olduğunca azaltmak
Düşük standartlı sağlıksız
konutların yapımını ortadan kaldırmaktır.
Sosyal Konut Politikasının
Unsurları
Sosyal konut yönetmeliğinde;
Çocuksuz bir aile için-25m2
Tek çocuklu bir aile için-42,95m2
İki çocuklu bir aile için-51,65m2
Üç çocuklu bir aile için-53,15m2
Dört çocuklu bir aile için-56,60m2
Beş çocuklu bir aile
için-57,70m2’lik
faydalı alan öngörülmüştür.
1923 –1945 dönem aralığında
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, konut sorununu devlet konutu ya da lojman (state
housing), kooperatif biçimindeki belediye konutları (council housing), şirket kent
(company town) modelleri ile çözmeye çalışmıştır.
Avrupa’da Sosyal Kiralık Konut
Kavramının Gelişimi
Avrupa genelinde İkinci Dünya
Savaşı sonrası dönemde sosyal konut politikalarının amacı geniş çaplı talebi
karşılamaya çalışmak iken, 2000’li yıllar itibariyle belli özelliklere sahip
hane halklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek amaçlanır olmuştur (Golland ve
Gillen, 2004).
Hemen hemen bütün batı Avrupa
ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkan konut ihtiyacının
giderilmesi için büyük ölçekli-çok katlı bloklardan oluşan konutlar inşa
edilmiştir (Wassenberg, 2004).
Scanlon ve Whitehead (2007)
Avrupa genelinde tek bir sosyal konut tanımı olmadığını belirtmektedir.
Tanımlamalardaki bu değişkenlikler, kıta içinde sosyal konut anlamında karşılaştırma
yapmayı da zorlaştırmaktadır. Tanımlamalar aşağıdaki kriterlere göre
yapılabilmektedir:
1. Sahipliğe dayalı sınıflama;
kar amacı gütmeyen organizasyonlar ve yerel otoriteler. Örnek: Hollanda, İsveç.
2. İnşa edene dayalı sınıflama;
örnek: Avusturya, Fransa. 3. Kira düzeyinin piyasanın altında olup olmadığına
göre sınıflama; örnek: İrlanda, İngiltere.
4. Kaynak ve sübvansiyonların
aktarılmasına göre sınıflama; örnek: Fransa, Almanya.
5. Konut sunumunun amacına/hedef
kitlesine göre sınıflama; örnek: İsveç ve İngiltere.
Avrupa’da sosyal konut kavramının
durumunu inceleyen bir başka çalışma ise, Stephens, Burns ve Mackay’e (2002)
aittir. Yazarlar, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Almanya, Hollanda, İsveç ve
İngiltere üzerinde yaptıkları araştırmaların sonucunda Avrupa’da sosyal konut
politikalarının ikincil bir yan amacı olduğunu iddia ederler.
Bu ikincil amaç, sosyal güvenlik
ağı oluşturulması ve toplumun daha geniş kesimleri için karşılanabilir barınma
imkanlarına ulaşılması olarak belirtilmektedir.
Avrupa’da sosyal konut kavramının
durumunu inceleyen bir başka çalışma ise, Stephens, Burns ve Mackay’e (2002)
aittir. Yazarlar, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Almanya, Hollanda, İsveç ve
İngiltere üzerinde yaptıkları araştırmaların sonucunda Avrupa’da sosyal konut
politikalarının ikincil bir yan amacı olduğunu iddia ederler.
Bu ikincil amaç, sosyal güvenlik
ağı oluşturulması ve toplumun daha geniş kesimleri için karşılanabilir barınma
imkanlarına ulaşılması olarak belirtilmektedir.
Türkiye’de Konut Alanlarının
Tarihsel Gelişimi
İnsanlığın en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma,
toplumların tarihsel süreç içinde yaşadığı dönüşümlerle birlikte farklılaşma
göstermiştir. Yaşanan ekonomik ve politik gelişmelerle birlikte değişen
toplumsal yaşantı konut ve konut alanlarının değişimini de etkilemiştir.
Türkiye’de yaşanan politik, ekonomik ve sosyal
değişimlerin konut alanındaki yansıması tarihsel süreç Tanzimat’la birlikte
başlayan ve Cumhuriyetin ilanına kadar olan aralık ilk dönem, Cumhuriyetin ilanından
1950’li yıllara kadar olan aralık ikinci dönem, 1950’li yıllardan 1980’lerin
başına kadar olan aralık üçüncü dönem olarak ele alınabilir.
1980 sonrası tüm dünyada yaşanan değişimler Türkiye’yi de
etkilemiş, dışa açılan bir ekonomik modelin uygulamaya geçmesiyle birlikte
ticari ilişkiler gelişmiş ve sermaye dolaşımı hızlanmıştır.
TÜRKİYE’DE KONUTUN TARİHSEL GELİŞİMİ
İslamiyet’e dayalı bir imparatorluktan ulusal bir Türk
devletine, ortaçağ teokrasisinden anayasaya dayalı bir cumhuriyete, bürokratik
bir feodalizmden modern kapitalist bir ekonomiye dönüş, ülkedeki en önemli
değişikliklerdir (Aksoylu, 2003).
Bu önemli değişikliklerin yaşandığı tarihsel süreç üç
dönemde ele alınabilir;
İlk dönem 19.yüzyılda Tanzimat’la birlikte başlayan ve
Cumhuriyetin ilanına kadar olan aralıktaki modernleşme çabaları,
İkinci dönem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla
toplumsal dönüşümün yaşandığı yıllardan 1950’li yıllara kadar olan dönem,
Üçüncü dönem olarak da toplum ağırlıklı modernleşmenin
(Aksoylu, 2003) hakim olduğu 1950’li yıllardan 1980’e kadar olan yıllardır.
19. Yüzyılın ikinci yarısından Cumhuriyete kadar olan
dönem
19.yy. Avrupa toplumlarını değişime uğratan oluşumların
kökeninde, endüstrileşme ve bunun sonucunda ortaya çıkan sınırsız ekonomik
genişleme potansiyeli yatıyordu (Bilgin, 1990). Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun
aynı değişim sürecini yaşamadığı bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu
endüstrileşen ülkelerin ekonomik sistemlerine ticaret yoluyla eklemlenen
toplumlar arasına girdi (Bilgin,1990).
19.yy. Osmanlı ticareti için önemli olan limanların
İstanbul ve İzmir’de olması, değişimlerin öncelikle bu kentlerde başlamasına
yol açmıştır.
İzmir’de de Buca, Bornova, Karşıyaka gibi semtler,
1890’lardaki demiryolu bağlantısından sonra kurulmuş aynı nitelikteki konut
yerleşmelerinden oluşuyordu. İstanbul’da kent içi ve yakın çevre ulaşımındaki gelişmeyle Boğaz
köyleri, 1870’lerde demiryolu taşımacılığının başlamasıyla da Rumeli yakasında
Bakırköy ve Yeşilköy, Anadolu yakasında ise Göztepe, Erenköy, Bostancı gibi
semtler prestijli konut yerleşmelerine dönüşmüştür. İzmir’de de Buca, Bornova,
Karşıyaka gibi semtler, 1890’lardaki demiryolu bağlantısından sonra kurulmuş
aynı nitelikteki konut yerleşmelerinden oluşuyordu.
Bu dönemin konutlarını diğer dönemlerin konutlarından
ayıran özellikleri dört biçimsel kategoride toplanabilir:
1) Mahallelerdeki geleneksel ahşap konutlarda gözlenen
değişime uğramış tipler
2) Sıra evler
3) Apartmanlar
4) Sayfiye konutları, köşkler vb.
Her birinde ortak olan birincil özellik, depo, üretim ,
ticaret gibi ikamet dışı işlevlerin konuttan çıkmış olmasıdır.
İkinci özellik, ikamet işlevinin içindeki farklı alt
işlevleri (yatma, yaşama, misafir ağırlama, pişirme, temizleme) karşılayacak
farklılaşmış mekanların bulunmasıdır. Genellikle Osmanlı üst-düzey
bürokratlarına ait olan Boğaz yalıları bu konuda bir istisna oluşturmaktadır.
Sadece ikamet işlevini barındırmakla dönemin yeni konutlarındaki birincil
özelliği taşımakta; ancak haremselamlık bölümleriyle ve farklılaşmış odaları
birleştiren orta sofalı plan kurgularıyla geleneksel/yerel yaşam biçiminin
izlerini sürmektedir (Bilgin, 1996).
Batıdaki oluşumla benzerlik gösteren ve belirli gruplar
için inşa edilen sıra evler, toplu girişimlerin ilk örnekleridir. Lojmanlar ile
etnik ve dini cemaatlerin girişimleri, sıra ev tipolojisinin 19.yy’daki başlıca
kaynaklarını oluşturmuşlardır (Bilgin, 1996). Bu dönemin en önemli yapıları,
1890 yılında yapılan Taksim Surp Agop evleri ve saray mensupları için 1870
yılında yaptırılan Beşiktaş Akaretler evleridir.
19. yüzyılda İstanbul’da apartmanlaşma, gayrimüslimlerin
yoğun olarak yaşadığı bölge olan Galata ve Beyoğlu’nda başlamıştır. O dönemde
gayrimüslimlerin Müslüman-Türk kesime göre batıyla olan kültürel ve ticari
ilişkilerinin daha güçlü olması batıda yaygın olan apartman tipi konutun bu
kesim içinde gelişmesinde etkili olmuştur.
Müslüman-Türk kesiminde ise, apartman yapımının önceleri
gerçek ihtiyaçlardan çok, batılılaşma hareketleri içinde gelişen taklit ve
özenti duygusuyla, bu toplulukların oturdukları yerlere yakın gelişme
bölgelerinde, batıya kültürel yönden yakın ve iktisadi bakımdan güçlü
çevrelerde başlamış olduğu görülmektedir (Ünal, 1979).
İstanbul’da meydana gelen büyük yangınlardan sonra
ahşaptan kagir sisteme geçiş ve yeni imar uygulamaları, batıllaşma
hareketlerinin yanında, apartmanlaşmanın hızını arttıran nedenler arasındadır.
Apartmanlaşmaya geçişle birlikte geleneksel konut
planlaması da farklılaşmıştır. 19. yüzyılda İstanbul’da yapılmış olan
apartmanların çoğunun girişleri sokak cephesinden olup, doğrudan iç mekana,
apartman holüne girilmektedir.
Geleneksel konutlarda birbirini izleyen, sokak-avlu-sofa
mekanları tamamen terk edilmiştir. Apartmanların, köşe tipleri dışında,
neredeyse tümü iki cephelidir. Sokağa bakan giriş cepheleri ile küçük bir
avluya ya da bahçeye bakan arka cepheleri bulunmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950’ye kadar olan dönem
1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte imparatorluk
döneminden ulusal devlet ideolojisinin kurulduğu yeni bir döneme geçilmiştir.
Savaştan çıkmış olan ülke, yeniden inşa edilmeyi bekleyen şehirleriyle
düzeltilmesi gereken bir ekonomi ve yeni bir ulusun kurulması gibi sorunlarla
karşı karşıya kalmıştır.
Cumhuriyetle birlikte kurulan devletin şehirlerin yeniden
imarı, yıkılan konutların yerine yenilerinin yapılması ve terk edilen
topraklardaki Türklerin Anadolu’ya getirilmesiyle ortaya çıkan konut açığına
çözüm getirmesi gerekmektedir.
Devletin ekonomik olanaklarının henüz konut yapımı için
yeterli olmaması özel teşebbüsün yapım işleri için özendirilmesi çözüm olarak
düşünülmüş, bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmış ancak beklenen sonuç
alınamamıştır.
Ankara’nın başkent olması ve yeni kurulan devleti temsil
eden kentin imarı öncelikli bir sorundu. Devletin yeni kurumlarında çalışan
memurlar ve bürokratlar için konut üretilmesi gerekliydi. 1924 yılında
Ankara’da Heussler tarafından, biri eski Ankara, öteki de Yenişehir ile ilgili
iki yöresel imar planı hazırlandı.
Sağlık bakanlığının arkasında 198 konutluk bir memur
mahallesi yaptırıldı ancak inşaat maliyetinin tahminleri çok aşması sonucunda
aslında dar gelirli memurlar için düşünülen bu yeni mahalle kısa zamanda
zenginlerin oturabileceği pahalı köşkler ve apartmanlarla donandı (Sey, 1998).
Ankara’da bazı girişimlere rağmen hala konut problemi çözülebilmiş değildi ve
daha örgütlü çözüm arayışlarına girilmesi gerekliliği doğmuştur. 1928 yılında
ilk olarak İmar Müdürlüğü kuruldu.
Yeni başkentin planlı bir biçimde büyümesini sağlamak
amacıyla uluslararası bir yarışma açıldı ve İsveçli şehirci Jansen’in projesi
uygulanmak üzere seçildi (Sey, 1998). Bu uygulamayla ilk olarak çağdaş anlamda
bir şehircilik projesi Türkiye’de uygulanmaya başlamıştır.
İmar düzenlemeleriyle birlikte konut üretimini teşvik
için de bazı örgütlenmelere gidilmiştir. 1926 yılında yeni inşaata kredi
sağlayacak olan Emlak ve Eytam Bankası kurulmuş, hazine olanaklarını kullanmak
üzere çıkarılan bir yasayla maliye bakanlığına yetki verilmiş ve 1929 yılında
Ankara’daki memurlara konut ödeneği verilmesi zorunlu kılınmıştır.
Yeni devletin önderliğinde yürütülen modernleşme
programının konut yerleşmelerindeki karşılığı toplu konutlar olmuştur (Bilgin,
1998). Devlet eliyle toplu üretime yönelik olarak bu dönemde iki tür yerleşme
örneği modeli oluşmuştur. Bunlardan ilki lojman-konut ikincisi ise
kooperatiftir.
Seyfi Arkan tarafından tasarlanan Zonguldak Maden ve
Kömür İşletmeleri ile Kozlu Kömür İşletmeleri Amele Mahalleleri ve Prof. Bonatz
tarafından tasarlanan 434 konutluk Saraçoğlu Mahallesi dönemin önemli örnekleri
arasındadır. 1935 yılında Ankara’da kurulan Bahçelievler Yapı Kooperatifinin
gerçekleştirmiş olduğu Bahçelievler projesi Türkiye’de kooperatif yoluyla
kurulan ilk yerleşmedir.
Bu dönemde başkentin Ankara’ya taşınmasıyla İstanbul daha
önceki dönemlerdeki etkinliğini kaybetmiştir. Ancak 1930’lardan sonra
Ankara’daki bürokratların İstanbul’daki yazlıklarını kullanmaya başlamaları ve
İstanbul’daki gayrimüslim nüfusun ticari faaliyetlerini arttırmaları kentin
yeniden hareketlenmesini sağlamıştır. Nişantaşı, Gümüşsuyu ve Sıraselviler
Türklerin apartmanlaştığı ilk semtler olmuş, 1930’ların başında
Taksim-Talimhane kesimi imara açılmış ve sadece apartman tipi yapılaşma için
biçimlendirilmiş ilk kent parçası haline gelmiştir. Milli Mimari üslupta
yapılan konutların yanı sıra, Ankara’daki modernist villa ve apartman tipleri
İstanbul’da da görülmeye başlamıştır.
1950’den 1980’lerin başına kadar olan dönem
II. Dünya savaşı sonrasında, bütün dünyada kapitalist
sanayileşme ve modernleşme süreci hız kazanmıştır. Dünyada meydana gelen bu
değişimler Türkiye’yi de etkisi altına almış ve çok partili döneme geçişle
birlikte izlenen liberal ekonomi politikalarıyla özellikle büyük kentlerde
sanayi üretimi gelişmiştir.
Sanayileşme, kentleşme hızını arttırırken buna paralel
olarak nüfusun da kentlerde yoğunlaşmasına yol açmıştır. 1940-1950 yılları
arasında % 20,1 olan kentsel nüfus artışı 1950-1960 arasında % 80,2 oldu. Bu
hızlı artış kentlerin plansız olarak gelişmesine yol açtığı gibi konutun ve
konut alanlarının da sağlıksız gelişmesine neden olmuştur.
Kentlerin hızlı ve plansız gelişmesi, artan nüfusun konut
ihtiyacını karşılama biçimi olarak gecekondulaşmanın artmasına neden olmuştur.
Kentlerin imarlı alanlarının dışındaki kamu arazilerinde, sanayi bölgelerinin
çevresinden başlayarak yayılan bu sunum biçimini, popülist imar politikalarının
sonucu olan imar afları mümkün kılmıştır (Bilgin, 1998). Kente göçen insanlar,
yasal yollarla konut edinmek için yeterli ekonomik olanaklara sahip olmadığı
için gecekonduya yönelmiş ve genellikle tek katlı, sağlıksız koşullarda
konutlar üretmişlerdir. Zamanla, imar aflarının da etkisiyle, gecekondular daha
örgütlü biçimde inşa edilmeye başlamış ve inşaat kalitesi düşük olmasına rağmen
büyük metrekarelerde çok katlı apartman bloklarına dönüşmüştür.
Bu dönemde Emlak Kredi Bankası konut üretimini
hızlandırmıştır. Bu uygulamaların ilki İstanbul’da 4. Levent mahallesidir (Sey,
1998). 1960 yılında tamamlanan bu yerleşme, 345 birimin yer aldığı tek evler,
sıra evler ve çok katlı bloklardan oluşmaktadır.
Cumhuriyetin ilanından sonra Levent Çiftliği, İstanbul
Belediyesi’nin mülküne geçmiştir. II.Dünya Savaşı sonrasında görülen konut
sıkıntısı üzerine, birçok şehirde olduğu gibi İstanbul’da da toplu konut
projelerine başlanmıştır; bu proje kapsamında 1947’de Levent Çiftliği üzerinde
Emlak Kredi Bankası’nın toplu konutları inşa edilmiştir.
1950 yılında tamamlanan ilk kısım evler, Levent‘in
çekirdeğini oluşturmuş, bundan sonra yapılan 3 kısım konut 2. Levent, 3. Levent
ve 4. Levent adlarıyla anılmağa başlanmıştır. Semtin daha sonra kuzeyde
genişleyen kısmına ise Yeni Levent adı verilmiştir.
1960 yılında bitirilen bu projeden sonra Levent semtinde
birçok konut projeleri ve siteler inşa edilmiş ve bölge hızla gelişmeye
başlamıştır.
Bu dönemdeki kentsel konut üretiminin % 40-45’lik
dilimini gecekondular oluştururken diğer % 40-45’lik dilimini de yap-satçı
üretim biçimi oluşturmaktadır. Yap-satçı üretim modelinde konutun inşaatını
üstlenen kişi ile arsa sahibi kat karşılığı anlaşarak az sermaye ile konut
üretebilmektedir. Konutlar daha yapım aşamasında satışa çıkarılarak inşaatın
maliyeti karşılanabilmektedir. Bu özelliği nedeniyle yap-satçı üretim modeli
Türkiye’de geniş bir uygulama alanı bulmuştur. 1948 yılında ilk çalışmaları
yapılan ve 1965 yılında bugünkü halini alan ‘Kat Mülkiyeti Yasası’ gecekondu ve
yap-satçı üretimin işleyişinde etkili olduğu görülmüştür.
Gecekondu ve yap-satçılığın yanında bu dönemde gelişen
diğer sunum biçimi de kooperatifleşmedir. Konut üretiminin %10’luk dilimini
oluşturan bu model, Bilgin’in (1998) bildirdiğine göre, düşük ancak düzenli
gelir garantisi olan grupların elverişli kredi ve arsa olanaklarıyla mülk konut
edinmelerini sağlamıştır.
Büyük kentlerde 1950’lerde başlayıp, 1960 sonlarına kadar
süren apartmanlaşma süreci, 1970’lerde çok daireli tek bloktan, büyük ölçekli
konut üretimine doğru gelişmeye başlamıştır (Sey,1998). Kooperatif
uygulamaları, yapım teknikleri ve organizasyonun sağladığı olanaklar ile bu tür
toplu oluşumların gelişmesinde etkili olmuştur.
Özellikle sendikalar tarafından kurulan kooperatifler bu
dönemde başarılı örnekler vermişlerdir. Maden-İş sendikasının kurmuş olduğu
Merter sitesi ve Türk İş’in gerçekleştirdiği Aydınlıkevler Sitesi bu dönemin
önemli örnekleri arasında yer almaktadır. 1969 yılında 1163 sayılı
Kooperatifler Kanunu’nun kabul edilmesiyle kooperatif sayısında belirgin bir
artış olmuştur. Her üç sunum biçimi için de bu dönemde vurgulanması gereken
başlıca ayırt edici özellik, yeni konut alanlarının önceki dönemlerle
kıyaslanmayacak ölçekleri, yani kitlesel karakterleridir.
1980 Sonrasındaki Ekonomik ve Politik Gelişmelerin Konut
Sektörüne Yansıması
1980 sonrası yaşanan büyük değişimler, bütün dünya için
yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Kapitalizmin yeniden
yapılandırıldığı süreç olarak değerlendirilen 80’li yıllar bütün ülkeleri
ekonomik ve siyasi anlamda etkilemiştir. Küreselleşme tüm dünyayı bütünleştiren
bir sistem olarak karşımıza çıkarken ülkeleri gelişmiş ve gelişmekte olan
ayrımına getirmiş ve ekonomik anlamda bir bağımlılık yaratmıştır. IMF, Dünya
Bankası, OECD, G8 gibi örgütlenmeler ile ülkelerin dünya ekonomisine
eklenmeleri için yöntemler geliştirilmiştir.
1980 yıllar Türkiye’yi de önceki dönemlerden ayıran
değişimlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Kapitalistleşme sürecinin etkisiyle
değişen dünya ekonomisine eklemlenme ve sanayileşme yolunda adımlar
atılabilmesi için ekonomik anlamda dışa açılma zorunlu hale gelmiştir. 1950’den
başlayıp 1970’li yıllara kadar Türkiye’deki ekonomik modelin ana karakteristiği
iç pazara dönük, sabit döviz kuru, sabit faiz ve devlet kontrolüne dayalı bir
fiyat sistemine dayanmasıdır (Sönmez, 1992).
1970’li yıllardan sonra tıkanma yaşayan bu modelin,
değişen dünya ekonomisine ayak uydurabilmesi için bir dizi önlem ve radikal
kararla değiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar
programı bu amaçla uygulamaya konulmuştur. Programın iki amacından birisi,
Türkiye ekonomisini değişen dünya şartlarına göre yeniden yapılandırmak, dışa
açmak ve dünya ekonomisi ile entegre olarak küreselleşme ekseninin dışında
kalmaması için gerekli her türlü çabayı sergilemek ve tedbiri almaktı (Ankara
Sanayi Odası, 2000).
Uygulanan 24 Ocak kararları ve arkasından gelen 12 Eylül
1980 askeri darbesi, Türkiye tarihini 1980 öncesi ve sonrası ayrımına getiren
en önemli iki kırılma noktasıdır. Demokrasiye geçişle birlikte 1983 yılında
yapılan seçimlerde iktidar olan Anavatan Partisi, değişen ekonomik modeli yeni
siyasi ortamda yeni programlarla sürdürmeye ve geliştirmeye devam etmiştir.
Anavatan Partisi’nin başkanı ve dönemin başbakanı olan
Turgut Özal, 1980 sonrasındaki bir çok değişime imza atan kişi olarak döneme damgasını
vurmuştur. Bu nedenle, bu yıllar “Özallı yıllar” olarak anılmaktadır.
1980’ler, Türkiye kapitalizminin daha çok dışa açıldığı,
dünya pazarlarına daha çok mal satıp bu pazarlardan daha fazla mal aldığı,
dolayısıyla dış ticaretinin daha hızlı arttığı bir dönem oldu. Dünya
kapitalizmiyle bütünleşmenin daha hızlı artması anlamına gelen bu süreç,
1980’li yılları, öncesinden ayıran en önemli kilometre taşlarından biri
olmuştur (Sönmez,1992).
Kurulan yeni ticari ilişkiler ile sermaye dolaşımının
artması, özellikle büyük kentlerin değişim ve dönüşümünü de hızlandırmıştır.
Sanayileşme eğilimi ve dışa açılmayla birlikte değişen tüketim alışkanlıkları
kentte yeni hizmet alanlarını doğurmuştur. Farklılaşan ekonomik dengeler
kentlerde hızla zenginleşen sermaye gruplarını ortaya çıkarmış, kente olan
hızlı göç ile artan nüfus içinde oluşan sosyal sınıf farklılıkları daha
belirgin hale gelmiştir.
Kentlerin yaşadığı dönüşüm yeni nüfusun eklenmesiyle
birlikte yerleşme örgütlenmesinin de değişimini zorunlu kılmıştır. Değişen
alışkanlıklar mevcut konut alanlarının yer değiştirmesini gündeme getirirken
yeni gelen nüfusun konut ihtiyacının da karşılanması gerekmektedir. Daha önceki
dönemin konut sunum biçimlerinin artık yeni konut alanlarının oluşumunda
yetersiz kaldığı düşünülmektedir.
1980'lerin ortasına gelindiğinde, bir önceki dönemin
hakim sunum biçimleri olan yap-satçı ve gecekondu mekanizması etkinliğini
yitirmeye başladığı görülmüştür. Yap-satçı mekanizma şehirlerin imarlı
alanlarındaki tüm arazileri ve düşük yoğunluklu parselleri yeniden-inşa ederek
tükettiği için; gecekondu mekanizması da kentlerin çeperlerindeki tüm kamu
arazilerini tükettiği için artık ömürlerini doldurmuşlardı. Bu mekanizmalar
kısmen faaliyetlerini sürdürseler de, artık ihtiyacın tümüne yanıt verecek
ölçeklerde üretim yapamaz hale gelmişlerdi.
İktidardaki Özal hükümeti bu tıkanıklığı hemen fark
ederek ve zamanında refleks vererek üç önemli yeni dayanak oluşturdu: Toplu
Konut Fonu, Toplu Konut İdaresi ve Toplu Konut Yasası. Birbirini tamamlayan
finanssal bir kaynak, hukuksal bir zemin ve idari bir mekanizma… Tıkanmış ve ölçeğini
kendi kendine büyütemeyen küçük üretim mekanizmalarının yerine büyük ölçekli
yapılanmaları getirebilecek olan, konut piyasasının önünü açmaya yönelik
düzenlemelerdi bunlar.
1980’lere kadar küçük müteahhidin egemenliğinde olan
inşaat sektörüne yavaş yavaş büyük sermaye girmektedir. Yani kent çevresinde
yeni imarlı arsa ve konut üretmenin yüksek maliyetini karşılayabilecek ve
gerektirdiği teknolojiyi kullanabilecek sermaye 1980’lerin sonlarında artık
vardır (Tanyeli, 1998).
Özel sektör tarafından sunulan projeler başlangıçta orta
gelir gruplarını hedef alırken, giderek üst ve üst-orta gelir gruplarına
yönelmeye başladı. Büyük sermaye gruplarının gayrı menkule yatırımlarının
artması sonucunda önceleri büyük kentlerde kent içindeki boş alanlarda başlayan
üst gelir gruplarının büyük ölçekli konut projeleri, giderek kentlerin yakın
çevrelerinde yer aldı. “Site” olarak adlandırılan bu yerleşme birimleri
çevrelerine kapalı bir biçimde tasarlanıyor ve çarşı, rekreasyon alanları gibi
hizmet birimleriyle tamamlanıyorlardı.
Pahalı ithal malzemelerin kullanıldığı, çoklukla az katlı
bu konutların tasarımında geleneksel konut mimarlığına öykünülmesi, ancak
tasarımcı olarak da çok kez yabancı mimarların tercih edilmesi dikkate değerdi.
Sayıları gittikçe artan bu sitelerdeki konutlar çok yüksek fiyatlara
satılmalarına rağmen, 1990 sonrasında konut piyasasının en canlı kesimini
oluşturdu (Sey,1998).
Dış ticarete açık konumu ve sanayileşmenin merkezi olma
özelliği ile İstanbul’un, bu değişimlerin en yoğun olarak hissedildiği kent
olduğu düşünülmektedir. Kapitalizmin merkezi olan kent, genişleyen iş
sahalarıyla her dönem olduğu gibi bu dönemde de göç almaya devam etmiştir.
Sağladığı iş ve yaşam olanaklarıyla artan kent nüfusunun, kenti yeniden
yapılanma sürecine götüren en önemli etkenlerden biri olduğu düşünülmektedir.
Konut üretimine ilişkin yasal düzenlemeler
1980’li yılların başında konut sektörünün yaşadığı büyük
kriz gerek yerel yönetimlerin önderliğindeki projeleri, gerek diğer sunum
biçimlerini olumsuz biçimde etkilediği düşünülmektedir. 1981’de yürürlüğe giren
2487 sayılı Toplu Konut Yasası, bütçeden % 5’ten az olmamak üzere kaynak
ayrılarak krizi aşmayı amaçlıyor, konut kooperatifleri ve birliklerine devletin
desteğinden öncelikle yararlanma olanağı tanıyordu (Özüekren, 1998).
Ancak bir süre sonra yasanın uygulanamaması ve yeterli kaynak ayrılamaması nedeniyle yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmuş ve 1984 yılında yeni bir Toplu Konut Kanunu uygulamaya konulmuştur. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun 17 Mart 1984 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başlıyordu. Bu kanunla birlikte konut kredisi vermek üzere Toplu Konut Fonu oluşturulmuş, fonun yönetimi ve kanunun yürütülmesi için de Toplu Konut İdaresi adıyla yeni bir kurum oluşturulmuştur.

Yeni düzenlemelerle kısa sürede çok sayıda kooperatif ve
kooperatif birlikleri kurularak çok miktarda konut sunumu yapılmıştır. Bu tür
sunumun en önemli örnekleri Ankara’da Kent-Koop’un ilk ürünü olan Batıkent
Projesi ile İstanbul’da Büyükşehir Yapı Kooperatifi’nin Beylikdüzü Uydukent
Projesi’dir.
Gecekondu yoluyla konut üretim modelinin nitelik
değiştirerek 80’li yıllardan sonra da devam ettiği görülmektedir. 1979-1984
yılları arasında dört adet af yasası çıkarılmış, nitelik değiştiren bu af
yasalarıyla yalnızca gecekondular değil tüm kaçak yapılar affedilmiş, ayrıca
gecekondulara dört kata kadar imar izni verilerek apartmanlaşmaları
sağlanmıştır.
1985 yılında, 6785/1605 sayılı İmar Yasası’nın
değiştirilerek 3194 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle, imar planlarını hazırlama
yetkisi belediyelere devredilmiş ve kentlerde kritik imar kararları belediye
başkanlarının inisiyatifiyle verilmeye başlanmıştır (Aksoylu, 2003).
İmar yetkilerinin belediyelere devredildiği dönemde
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan’ın isteği üzerine
dönemin bazı milletvekillerince 3194 sayılı İmar Yasası’na ek maddeler önergesi
verilmiştir. Önerge, “2190 sayılı Boğaziçi Kanunu” ile ilgili değişiklikler
içermekteydi. Kabul edilen önergedeki değişikliklerle daha önce imar izni
verilmeyen Boğaziçi arazileri imara açılmış ve bu değerli arazilere konut
inşası için ruhsat verilemeye başlanmıştır. Oktay Ekinci’nin (1994) verdiği
rakamlara göre Boğaziçi’nin tüm öngörünüm bölgesindeki toplam 492 bin 197 m²
yeşil alanın yarısına yakınında villalar inşa edilmiştir.
1990 yılında 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameler ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Kamu Ortaklığı İdaresi
Başkanlığı şeklinde iki ayrı idare olarak örgütlenmiştir. Toplu Konut Fonu,
20.6.2001 tarih ve 4684 sayılı Kanunla da tamamen yürürlükten kaldırılmıştır.
İdare son yıllarda gittikçe azalan sayılarda konutun üretimine destek
verebilmiştir. Dolayısıyla, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızın nitelikli
konut ihtiyacı da tam olarak karşılanamamıştır (T.O.K.İ. Başkanlığı, 2005).
TMMOB’nin 8 Kasım 2004 tarihinde yayımladığı “Kaçak
Yapılaşma İle İlgili Süreçler, Sorunlar, Çözüm Önerileri Değerlendirme
Raporu”na (2004) göre 3194 sayılı İmar Kanunu ve 2981 sayılı "İmar Affı
Kanunu" birer yıl ara ile yürürlüğe girmesine rağmen, kentlerimizde imar
planlama ve yapılaşma konusunda uygulamalarda, İmar Kanunu'nun "İmar Planı
Yapılması ve Değişikliklerine Ait Esaslara Dair Yönetmelik" hükümlerinden
özellikle "revizyon imar planı", "mevzii imar planı" ve
"imar planı değişikliği" kapsamındaki uygulamalar ile 2981'e göre
hazırlanan ıslah imar planları kapsamındaki uygulamaların daha yoğun olarak
yaşama geçtiği ve kentlerin makro formlarının biçimlenmesinde daha etkin olduğu
belirtilmektedir.
Artan nüfusun ve farklılaşan ekonomik sınıfların konut
ihtiyacına cevap verebilecek şekilde sektör içinde çeşitli sunum biçimleri
geliştirilmiştir. 1980’li yıllara dek, gerek gecekondu, gerekse yapsatçı üretim
tüm hızıyla sürmüştür. 1980’lerden sonra özel girişimciler daha büyük alanlarda
daha çok konut inşa etmeye başlamışlar ve piyasaya daha organize olmuş
alanlarda çok miktarda konut sunumu yapılmıştır (Görgülü, 2003).
1990’ların başlarında konut çevrelerinin çehreleri
değişmeye başladı. Parsel ölçeğinde ayrı ayrı yapılmış ve yan yana dizilmiş apartmanların
yerini, kentlerin çeperlerinde gruplar halinde üretilen ve iri blokların
kümelenmesiyle oluşan yerleşme dizileri aldı (Bilgin,1998).
Bu döneme gelinceye kadar kentlerde konutlar yap-satçılar
eliyle yapılırken, 1980’li yıllarda çıkarılan toplu konut yasalarının da
etkisiyle kooperatifler, büyük şirketler, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı
İdaresi, Emlak Kredi Bankası ve belediyeler aracılığıyla toplu olarak inşa
edilmeye başlanmıştır (Aksoylu, 2003).
Yasadışı konut piyasasının bu dönemde ürettiği ve
özellikle İstanbul’da kitlesel ölçekte üretim yaptığı bir sunum biçimi de
hisseli tapudur. Yasadışı bir arsa geliştirme sistemiyle gerçekleşen ve
doğrudan doğruya bitmemiş apartman üreten bu küçük üretim biçimi, otoyol
kenarlarındaki siluet içinde yer yer belirleyici bir vurgu kazanacak denli
yaygınlaşmıştır (Bilgin, 1998).
“Modernleşme çabaları sonucunda oluşan imar hareketleri,
Türkiye’de kent merkezlerinin büyümesine, gelişmesine, ulaşım sistemlerinin
değişmesine paralel olarak ulaşım ağlarının değişmesine, yeni ticari
ilişkilerin kurulması kent merkezinde yer alan kullanımların çeşitlenmesi ve
farklılaşması sonucunda yeni alt yapı hizmetlerinin ortaya çıkmasına,toplumda
yeni sosyal sınıfların oluşmasına ve yeni tür konut ve konut alanlarının ortaya
çıkmasına yol açmıştır” (Aksoylu, 2003).
Tüm dünyada, 1980’lerin ikinci yarısından başlayarak, üst
sınıflar kentleri terk etmeye başlamıştır. Bu dönemin yerleşim açısından temel
özelliği, metropollerden kaçan üst orta sınıfların eskisine göre daha yalıtılmış
mekanlarda, sadece kendileri gibi olanlarla bir arada yaşama eğilimine
girmeleridir (Sürer,Sayar, 2002).
Modernleşmeyle birlikte spontan çevreden planlanmış
çevreye doğru adım atıldı. 70’li yıllara kadar büyüyen şehirler, değişen sosyal
doku insanlarda, kente ve birbirlerine yabancılaşma yarattı. 80’ler toplumsal
dokunun metamorfoza uğradığı yıllar oldu. Toplumsal dokunun değişimi fiziksel
mekana da yansıdı. 70’li yıllara kadar devam eden homojenite büyük ölçüde
bozulmuştu. Zenginleşen yeni sosyal grup kentlere bu zenginliğin nemasını hem
konfor hem de statü arayışı olarak almak istiyordu.
Ancak kentlerin iyi bölgeleri ve merkez arsaları tekil
yap-sat inşaat düzeni yüzünden çok azalmış ve değerlenmişti. Kentlerde nüfus
yoğunluğunun artması ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi metropollerde
gelişen organizmanın kent değil de binalar yığını olması, kentlerin merkez
bölgelerinde yer kalmaması uydu yerleşmeler yolunu açtı; kalan kent içi
alanlarda da içe dönük kapalı yerleşmeler gündeme geldi (Kazmaoğlu, 1998).
Zenginleşen sosyal sınıfın bir kısmının konut alan seçimi
kent merkezi içinde olurken diğer bir kısmı da kent merkezi dışında genellikle
orman arazilerinde yer seçmiş olan konut alanlarıdır. Kent merkezinin olumsuz
koşullarından kaçmak isteyen insanlar merkeze olan uzaklığa rağmen, merkeze
oranla daha temiz ve doğal bir çevreye sahip, güvenlikli, dışa kapalı konut
alanlarında yaşamayı tercih etmişlerdir.
Geç 19. yüzyıldan 1980’lerin sonlarına dek Türkiye’de
“banliyö” denince akla yazlık alternatif yerleşme alanları, sayfiyeler ve
kentin dış mahalleri gelmekteydi. Oysa, 80’lerin sonlarından başlayarak kentin
yakın çevresinde, sabahları merkeze gidilip akşam dönülen ve tüm yıl boyunca
kullanılan tek-işlevli gerçek banliyöler oluşmaktadır (Tanyeli, 2004).
Kentsel yapı içinde konut alan yer seçimleri fiziki
etkenlerin yanında gelir gruplarına göre de farklılık göstermektedir. 1980
sonrası hızla para sahibi olan ve yükselen meslek prestiji edinen gruplar ile
eski zengin kentliler için üç mekansal seçenek olduğunu öne sürüyor. Birincisi,
kentlerin eskimiş ama tarihsel prestije sahip merkezi alanlara yakın kesimleri.
Örneğin, Cihangir ve Galata çevresi.
İkinci seçenek, kentlerin manzaralı çeperlerinde büyük
inşaat firmalarının eski gecekondu alanlarını kapatarak inşa ettikleri yüksek
katlı, gösterişli siteler. Bu guruba örnek olarak Sarı Konaklar ve Ulus Platin
Konutları gösterilebilir.
Üçüncü seçenek ise, genelde özel sektör temelli, geniş
çaplı, üst gelir gruplarını hedef alan, bahçeler içindeki büyük konutlar ile
kent merkezi dışında gelişen, çeşitli servisler sunan kapalı konut adalarıdır.
Zekeriyaköy yerleşmesi ile Aqua Manors, Acarkent ve Kemer County örnekleri bu
gruba dahil edilebilir.
Bu üç seçeneğe eklenebilecek olan diğer bir oluşum ‘residence’
olarak adlandırılan konut kuleleridir. Bu konutlarda yaşayanlara daire içi
temizlikten yemek ihtiyacının karşılanmasına kadar tüm hizmetler verilmektedir.
Metrocity, Polat Tower Residence, Akmerkez Residence örnek olarak
gösterilebilir.
1980 sonrasında; dolaşımı hızlanan sermayenin etkisiyle
gelişen üst ve orta gelir grubu ile inşaat şirketleri lüks konut alanlarının
arz-talep ilişkisini kurarken; merkezi yönetime paralel olarak yerel yönetimde
de yürütülen neoliberal politikalar, lüks konut alanlarının mekansal
gelişiminin yasal tabanını oluşturmuşlardır. Özellikle 1990 yılı sonrasında;
İstanbul’da belde belediyelerinin de sayısının artmasıyla metropoliten planlara
uygunluk aranmadan, kent çeperinde ve kentin gelişimi öngörülmeyen kuzey
bölgesinde birçok konut alanı gelişmiştir (İnal, 2002).
Notlar çok faydalı oldu teşekkür ederim
YanıtlaSil