Ana içeriğe atla

Yerleşme ve Konut Politikaları

 


Akıllı Büyüme

1.      Transit- Toplu taşıma Odaklı Gelişme

               Amerika’da kentsel tasarım bağlamında uygulanan bir başka yaklaşımdır. Smart Growth modeli olarak adlandırılan ve daha kompakt topluluklar ve kente daha yakın durumlar oluşturmayı hedefleyen bir modeldir.

               Bu modelde toplu taşıma önemli bir rol üstlenmekte yani new urbanism ile ilkeleri çok benzer ama fark olarak toplu taşımayı odaklan bir modeldir. Ama esas olan evlerin birbirine daha yakın olması, insanların alışveriz, eğlence mekanlarına daha yakın olması bizim karma kullanım dediğimiz yapılaşma biçimini benimsediğini gösteriyor.

Akıllı büyüme, şehirlerin ve özellikle mahallelerin gelişmesiyle yaşam kalitesi arasında bağlantı kurarak şehir gelişimi için fırsatlar yaratmaktır. Akıllı büyüme kurgusu yarının ihtimallerini değerlendirir. Yani sürdürülebilir bir perspektifte yaklaşır, yaya ve toplu taşıma biçimini uygulamaya çalışır.

Bu kavramın olmazsa olmazı ise toplu taşıma kullanımıdır. Planlanan her birimde önce yayalar hesaba katılır. Daha sonrasında bireysel sürdürülebilir araçlar.  Akıllı büyüme karşımıza en çok Fransa, Brüksel, İsviçre ve İskandinav ülkeleri’nde çıkıyor.

               Akıllı büyüme kent içi, banliyö ve kırsal alanlardaki konut, iş yerleri, dükkân ve okullara yakın ulaşım seçenekleri ile kentleşme anlamına gelmekte, yerel ekonomiyi destekleyerek doğayı korumayı amaçlamaktadır (Reeds, 2011). Zaten bu akımların hemen hemen hepsi sürdürülebilir bir kentleşmeyi nasıl sahlayıp kent bütününde nasıl uygulayabiliriz. Sonrasında ise yerleşme ölçeğine nasıl indirgeyebiliriz.

·        Çevre alanlarının yenilenmesi,

·        kırsal ve açık alanların korunması,

·        konut ekonomisinin uygun bir seviyede tutulması, geçirimsiz tabakaların azaltılması,

·        hassas çevresel alanların korunması,

·        kentsel saçaklanmanın azaltılması,

·        doğal çevre ile uyumlu altyapının sağlanması ve daha fazla ulaşım seçeneklerinin sağlanmasını öngören gelişme stratejilerini ifade etmektedir.

               Akıllı büyüme kavramını, iş hayatında daha rekabetçi bir ortam oluşturma; alışveriş, iş, oyun alanlarında daha işlevsel alternatif yerler sağlama; mahalle sakinlerine yeni iş olanakları sunma; emlak değerlerini artırma; yaşam kalitesini artırma; vergi tabanını genişletme; açık alanları muhafaza etme; kontrollü büyüme ve güvenliği geliştirme gibi birçok amacı içermektedir. Yani aslında adım adım yapılacak olan her türlü bina veya mahalle ölçeğinde olan yer seçim kararında bunun nasıl ulaşım veya kullanıcılar ile ilişkisi ile ilgili program yapılmasını içerir. Burada yapmaya çalıştıkları mahalle ölçeğinde çalışmalar yapıp kent bütününe entegre etmektir. 

Smart Growth Modelinin Tasarım İlkeleri

·        Karma alan kullanımları

·        Yoğun yapı tasarımı avantajını kazanmak. (yani burada kompakt kent her kente uygulanamayabiliyor ama daha gelişmekte olan kentlerde akllı büyüme ilkeleri benimsenirse daha iyi yerleşmeler ortaya çıkar)

·        Yürünebilir mahalleler oluşturmak.

·        Yerin güçlü bir hissi ile cezp edici, ayırt edici gelişime yardımcı olmak. (Burada daha çok kimlikli yerlerin kimliklerini daha ön plana çıkartmaya çalışamaktır. Çünkü orayı farklılaştıran kimlikleridir.)

·        Bir dizi konut fırsatları ve seçenekleri oluşturmak. (Karma konut, yani farklı konut tipolojileri ile farklı gelir grupların bir arada yaşamasını sağlayabiliyoruz.)

·        Açık alanları, çiftlik alanları, doğal güzelliği ve kritik çevresel alanları korumak

·        Mevcut topluluklara karşı güçlendirme ve direkt gelişme

·        Bir tür ulaşım seçenekleri sağlamak

·        Tahmin edilebilir, kurallara uygun ve sermaye çekici gelişim kararları oluşturmak

·        Gelişim kararlarında, işbirliği yapan kurumsal paydaş ve toplulukları cesaretlendirmek olarak karşımıza çıkmaktadır.

·        Akıllı büyüme, kentsel yayılmaya karşı ortaya çıkmıştır. Çoğu halk sağlığı yandaşlarınca kentsel yayılmanın problemlerine çözüm potansiyeli olarak önerilmiştir.

·        Akıllı büyüme; yüksek nüfus yoğunluğu, yürünebilir ve bisiklet sürülebilir mahalleler, korunan yeşil alanlar, toplu ulaşım ve hem oturmaya hem de ticarete uygun olan kalkınma projelerini içeren karma kullanımla karakterize edilmiş kentsel bir kalkınma modelini destekleyen politika çerçevesi olarak tanımlanmaktadır.

·        Akıllı büyüme, temelinde kentsel yayılmaya estetik açıdan hoşnutluk yaratan bir alternatif olarak kavramsallaştırılmaktadır. 





Akıllı büyüme, bahçe kent (garden suburb) kavramından farklılaşmaktadır. Çünkü akıllı büyüme sadece yeşil alanlara elverişlilik ve tarımsal yerlerin korunmasıyla değil, nüfus yoğunluğu ve ulaşım meseleleri üzerinde de durmaktadır (Resnik, 2010). Garden city de daha çok ekolojik ilişkiler öne çıkmışken akıllı şehir daha çok nüfus yoğunluğu üzerine duruyor.

               Akıllı büyüme vizyonunu içeren politikalar, kentsel yayılma ile karşılaştırıldığında daha güçlü entelektüel ve hissiyatlı bir çekiciliğe sahiptir (Downs, 2005).

               Kentsel yeniden canlandırma ve çevresel koruma adına akıllı büyüme, yerleşmiş davranışlara ve güçlü çıkarlara karşı gelmektedir. Fakat akıllı büyüme, mevcut statükonun sınırlarına güçlükle karşı koyabilmektedir. Çünkü yapılan şey kamu yararına olmakla birlikte kamusal alanlar daha da ön plana çıkacak, doğa korunacak ve bununla beraber kapitalizme karşı koyabileceğiz.

               Planlamada yeni bir ufuk çizen akıllı büyüme, nüfus yoğunluğuna karşı ulaşımda toplu taşımanın kullanımını teşvik etmesine rağmen kentlerde artan nüfus artışlarına bağlı olarak yetersiz kalabilmektedir. Dolayısıyla taşıma kapasitesinin aşılması gündeme gelmekte ve göç alan kentlerde insanlar, yaşadıkları yerden uzaklaşma eğilimi sergileyebilmektedir (Deviren ve Yıldız, 2015).

Transit Oriented Development/Design (Transit Odaklı Gelişim)

Transit Odaklı Gelişim (TOD), ulaşım seçeneklerini en üst düzeye çıkarmak, insanlara transit yakın yaşam tarzı hakkında seçimler sunmak, kamu ulaşımını yaygınlaştırmayı esas alan arazi kullanım politikaları ve kentsel tasarım planlama konseptini içermektedir.

               Tipik olarak bir TOD mahallesi,  hafif raylı sistem ve otobüs durağına sahip, daha düşük yoğunluklu kentsel gelişim alanını temsil etmektedir.

               TOD genel olarak yürüme mesafesi içerisindeki bir toplu taşıma durağından ¼ ya da ½  mil yarıçap içerisinde bir alana hizmet etmektedir (Florida TOD Guidebook, 2012; Aydemir vd. 2018).

               Transit istasyon durağına 5-10 dakikalık yürüme mesafesi içerisinde varılabilmesini amaçlamaktadır. Konut, ticaret ve ulaştırma alanlarında seçenekler sunmaktadır. Yani diğer yerler ile entegre edilmesi gerekmektedir. Değişken ekonomik ve sosyal koşullara cevap verebilecek şekilde esnek tasarım imkanı sunmaktadır.

               TOD mevcut mahalle karakterini ve mevcut mahallelerin sürdürülebilir işlevsel kullanımı ile canlılığını desteklemektedir.

               TOD, toplumsal gelişme tipini referans alan bir altyapıya sahiptir. Yürünebilir bir mahalle yapısı ve aktif kentsel nişler şeklinde cadde-sokak bağlantıları ile sürdürülebilir mekan kullanımını sağlamaktadır. Kentsel yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlamaktadır (Florida TOD Guidebook, 2012).

Transit Oriented Development/Design (Peter Calthorpe)



Transit odaklı gelişim bölgeleri; düşük yoğunluklu, orta yoğunluklu ve yüksek yoğunluklu olmak üzere 3 yerleşim özelliği şeklinde görülebilir.

               Düşük yoğunluklu geçiş alanlarında TOD, dönüm başına 1-20 konut arasında değişen yoğunlukta konut kullanımlarını desteklemektedir. Düşük yoğunluklu alanlarda, mevcut yapıların kütlesine ve ölçeğine odaklanarak, birbiri ile işlevsel ve uyumlu bir kentsel arazi kullanımı oluşturmaktadır.

               Arazi kullanım yapısı olarak, yeme-içme alanları, kreşler, sosyal tesisler, hafif raylı sistem istasyonları ve kavşakların yakınında gelişmektedir.

               Orta yoğunluklu transit gelişim alanlarında TOD, dönüm başına 20-50 konut yoğunluğuna sahip arazi kullanımlarında etkindir. Bu alanlar genellikle konut ve ticari gelişim alanlarıdır. Çok katlı konut gelişim alanlarında zemin kat kullanımlarda perakende ve ofis kullanımları ile kentsel mekanda hareket kazandırmaktadır.

               Yüksek yoğunluklu gelişim alanlarında TOD uygulaması, transit istasyonlarına yakın mesafede bulunan yayaların yoğunlaştığı yüksek nüfuslu merkezi yerlerdedir. Bu alanlarda raylı sistemler geliştirilmiştir. Bina yükseklikleri, yüksek yoğunluklu konut ve yüksek yoğunluklu ofis-ticari kullanımlar için kurulmuştur. Erişilebilirlik ve aktivite olanakları fazladır (Transit Oriented Development Success Stories, 2010).

Transit/Toplu Taşıma Odaklı Gelişimin Temel İlkeleri

               1. Gelişmeyi bölgesel ölçekte kompakt bir şekilde organize etmek

               2. Ticaret, konut, işyeri, park ve kamusal hizmetleri transit duraklarında yürüme mesafesine koymak

               3. Farklı konut tiplerinin, yoğunluklarının ve fiyatlarının bir karışımını sunmak

               4. Duyarlı habitatları ve yüksek kaliteli açık alanları korumak

               5. Kamusal kullanımları artırmak

               6. Mevcut alanları doldurarak geliştirmeyi ve yenilemeyi desteklemek

Florida 

               18 mil mesafede çalışan hızlı otobüs (BRT: Bus Rapid Transit) sistemi ve 21.000 m2’lik yeni otopark alanı oluşturularak park et ve devam et şeklinde bir işlevsel ulaşım akışı sağlanmıştır. Ulaşım alternatifleri olan kentte bütüncül cadde kullanımı, metro hattı, liman hattı kullanımı, bisiklet ve yaya işlevine dayalı bir kentsel çevre oluşturmak istenmiştir.

               Florida’da TOD’un ilk ve en önemli hedefi kompakt ve yürünebilir bir çevre oluşturmaktır. Bu kapsamda toplu taşıma kullanımını artırmaya ve seyahat süresini kısaltmaya çalışılmaktadır. 1990’da özellikle Denver Bölgesinde büyüme talebini karşılamak amacıyla çoklu ulaşım seçeneklerine yönelinmiştir. 122 mil uzunluğunda yeni ticari metro hattı ve hafif metro hattı kurulmuştur.

 

Dengeli Dağılım Problemi ve Yeni Şehirler


Bazı merkezlere doğru bir nüfus toplanması ve çok sayıda yerleşmenin yanı sıra seyrek ya da hiçbir yerleşme olmayan yerlerin bulunması, her hangi bir ülkede görülebilecek bir husustur. Ama biz biliyoruz ki nüfus yığılması metropoliten kentlerde olur.

               Bazı merkezlere doğru bir nüfus toplanması ve çok sayıda yerleşmenin yanı sıra seyrek ya da hiçbir yerleşme olmayan yerlerin bulunması, her hangi bir ülkede görülebilecek bir husustur. Bu özellik ülkelerarası karşılaştırmada kullanabilir. Ülkelerarası bu farklılık; fiziksel, sosyal ve ekonomik koşulların etkilerinden ileri gelir.

Her yerleşme;

·        Jeolojik bünyesi

·        Zemin koşulları

·        Topoğrafik yapısı

·        Coğrafi konumu

·        İklimi

·        Bitki örtüsü

·        Hayvan türleri ile diğerlerinden ayrılır.

               Kanunlar, örfler, adetler, ortak yaşama biçimi, köy ve şehir tipleri ve kültür gibi sosyal koşullar bir bölgeyi ötekinden farklı kılmaktadır.

               Genellikle uygun fiziksel çevre faktörlerinin etkileri olmasa bile, değerli doğal kaynakların bulunması tek ve yeterli yerleşme nedeni olarak görülmektedir. Örneğin, uygun olmayan iklim koşullarına sahip ve ulaşılması çok güç olan bir yerleşme olsa bile, yer altı kaynaklarının varlığı orada yerleşmek için çekim nedeni olacaktır. Karabük, Zonguldak

Dengeli Dağılım Problem Alanları

Üç tür dengeli dağılım problem alanı söz konusudur:

1.      Ülke ölçeğinde dengeli dağılım

2.      Bölge ölçeğinde dengeli dağılım

3.      Yerleşmeler ölçeğinde dengeli dağılım

 

1. Ülke Ölçeğinde Dengeli dağılım Problemi

·        Sanayileşme-şehirleşme süreci (özellikle kentsel ve kırsal nüfusun belirleyicisisir. Ve yapılan projesiyonlar kent nüfusunun fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle savaş sonrası benimsenen poltikalardır. Modernizmin benimsendiği ve konut ihtiyacını gidermek için ülkeler belli politikalar benimemiştir.)

·        Kırsal-kentsel nüfus dağılımı

·        Sanayi ve sanayi nüfusunun dağılımı ile etkilidir.

       Ülke düzeyinde dengeli dağılımın sağlanması ise;

·        Nüfusun dengeli dağılımı

·        Çalışma alanlarının dengeli dağılımı

·        Hizmet ve donatımın dengeli dağılımı ile olur.

 

       Sanayi çalışma alanlarının dengeli dağılımı, ülke düzeyindeki dengeli dağılımın anahtarıdır. Bu nedenle, çalışma alanlarının dengeli dağılımı için her platformda sanayi çalışma alanları planlanmalıdır.

Bu platformlar;

·        Yerel planlama isteklerine uygun olarak sanayinin serbestçe girebileceği bölgeler

·        Sanayi gelişmesine daha fazla müsaade edilemeyecek bölgeler

·        Çok özel bir durum olduğunda izin verilebilir bölgeler

(bir taraftan nüfus ve çalışma alanlarının dağılımında istenilen hedeflere yönelme, diğer taraftan da yurt düzeyinde bölgesel değerlerin ortaya çıkartılarak korunması ve geliştirilmesi anlamındadır.)

Sanayi ve sanayi nüfusunun dağılımının yapılabilmesi için sanayi kuruluşlarının yapısı bilinmelidir. İngiltere’deki kır bölgelerindeki arazi kullanışı konusunda bir temel çalışma olan SCOTT RAPORU’na göre sanayi çalışma alanları 7 grupta incelenebilir;

1.      Çıkarım Sanayi

Çıkarım sanayi ülkenin jeolojik bünyesine bağlıdır. Maden ve cevher çalışmaları çıkarım sanayini teşkil eder. Çıkarım sanayi, bulundukları bölgelerdeki ekonomilerin can damarlarıdır.

2.      Değişin Sanayi- Ağır Sanayi

Değişim sanayi ağır sanayi olarak da bilinir. Çıkarım sanayisinin işlenmesi olan değişim sanayinde hammadde kullanılır ve sanayide kullanılabilir hale getirilir. Örnek; Gemi tezgahları

 

 

3.      Bağlantı Sanayi

Diğer sanayi alanlarının ihtiyacını karşılar. Ağır ve hafif sanayi arasında çeşitli malzemeyi birlikte kullanan sanayi tipidir. Örnek; Otomobil Fabrikaları

4.      Küçük (Hareketli Sanayi)

Hammaddeye bağlı kalan bu sanayi türünde yer seçimi önemlidir. Fakat, ilk üç sanayi türüne göre daha serbesttir. Örnek; Gıda sanayi ve kırsal alan ilişkisi gibi Kırsal nüfustan kentsel nüfusa geçişte temin ettiği çalışma alanlarının çeşitliliği ile en fazla yükü küçük sanayi taşır

5.      Hizmet Sanayi

Şehirsel yerleşmelerde çeşitli ihtiyaçları karşılamak üzere gelişen çalışma alanlarıdır. Otomotiv, servis, tıp merkezleri, iletişim merkezleri gibi…

6.      Tarım ve Orman Ürünleri ile İlişkisi Olan Sanayi

Mobilya Sanayi Gibi

7.      Kırsal Sanayi Kolu

               İLK ÜÇ SANAYİ TİPİ DİĞERLERİNE GÖRE YERLEŞMEDE DAHA AZ SERBESTLİĞE SAHİPTİR.

               Sanayileşmenin belirli merkezlere akın halinde olması sadece ülkemize has bir durum değildir.Ülkenin büyük şehir anlamındaki şehrini ve çoğu kere bazı ülkelerde ana şehrin çok fazla büyümesi karşısında ne yapılacağı, sanayinin diğer yerleşmelerde nasıl tutulacağı küçük sanayinin işsizliğin söz konusu olduğu kırsal alanlarda olduğu kadar orta büyüklükteki şehirlerde de nasıl teşvik edileceği, kırsal alanların modern yaşam koşullarına getirilmesi gerekliliği ortak sorunlardır.

Kalkınma Planlarında;

·        Nüfus birliğin ve sosyal adeletin sağlanması ve bunun için gerekli tedbirlerin alınması

·        Nüfus, sanayi ve kaynakların yığılmasının önlenmesi ve dengeli dağılımın sağlanması amaçlanır.

Ülke yüzeyinde dengeli bir nüfus ve çalışma alanları yaratabilmenin esas engeli nüfusun belirli bir merkeze toplanma eğilimidir.Yığılma optimum ölçüyü aştığından itibaren çeşitli sakıncalar gösterir. Şöyle ki;

1.      Tek merkezde aşırı yığılma olur

2.      Hizmetler görülemez

3.      Düzenli şehirden düzensiz şehre (yığılmaya) geçiş başlar

4.      İşgücü belirli merkezlerde toplanır.

5.      Diğer yerleşmeler işgücünü kaybeder.

6.      Diğer yerleşmelerin faydalı faal nüfusu kaybetmesi ile o çevrede doğal ve insan kaynakları kullanılamaz hale gelir.

7.      Bölgede yarım ve hizmetler görülemez.

 

1.     Bölge Ölçeğinde Dengeli Dağılım

Ülke Planlaması hedeflerinin ayrıntılı uygulama alanı bölgelerdir ve yerel olmaları, karakter ve yaşantıları ile fiziksel ve sosyal alanda birbirlerinden farklılık gösterirler. Bu nedenle, sosyal-ekonomik kalkınma ilkelerinde farklı değerlendirmeler yapılmalıdır.

Bölgeler gelişmiş ülkelerde bile sosyal ve fiziki alanlarda bir coğrafi bölgenin aşırı derecede büyümesi ve sosyo-ekonomik yapısı ile aşırı bir çekim merkezi yaratarak diğer bölgeler aleyhine işgücünün o bölgede toplanması gözlenir.

Bölgesel sorunların ve farklılıkların ifadesi bölgesel dengesizliktir.

BÖLGESEL DENGESİZLİKLER 3 GRUPTA TOPLANIR

1.Doğal dengesizlikler; Doğal kaynakların var olup olmama durumu, yerleşme, gelişme, ulaşma, hizmet götürme kolaylığı gösteren ve gösteremeyen bölgeler

2.Sosyal Dengesizlikler; Kamudan eşit oranda faydalanamama sorunudur. Çeşitli bölgelerin çalışma alanları, sosyal hizmetler, kamu tesisleri ve yardımlardan eşit oranda faydalanamaması sonucu ortaya çıkan farklılıklardır.

3. Ekonomik dengesizlikler; Bölgeler aynı üretim yeteneklerine sahip olsalar bile pazarlama imkanındaki farklılıklar sonucu bölgeler arası gelir-gider farklılıkları bulunur. Bölgeler arası farklılıklar doğal etkilerle ortaya çıkar, sosyal ve ekonomik etkilerle artar. Bölgeler arası dengesizlikler ekonomisi az gelişmiş ülkelerde görülür.

Bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesi için yapılması gereken şey, kalkınma planlarındaki sosyal adalet ilkesine bağlı kalarak ülke üzerindeki geometrik eşitlikte bir dağılımı değil, kaynakların sağladığı imkanlarla dengeli yerleşmeyi sağlamaktır.

AMAÇ: Gelişmş bölgelerin ekonomik gelişme hızını düşürmeden dengesizlik gösteren bölgelerde hayat seviyesini yükseltmek, bu bölgelerde sosyal adalet ve ekonomide optimum dengenin sağlanması, mevcut dengesizlikleri hafifletmektedir.

2.     YERLEŞME ÖLÇEĞİNDE DENGELİ DAĞILIM

Şehir yerleşmeleri 4 fonksiyonu karşılar;

1.      Barınma: Konut bölgelerinde

2.      Çalışma: İş alanlarında (ticaret, idare, sanayi ve hizmet çalışma alanlarında)

3.      Dinlenme: Rekreatif faaliyet alanlarında

4.      Ulaşım: Yerleşme içi ve çevresindeki bağlantı

Lewis Mumford’un Şehir Gelişim Şemaları

1.      Eopolis: El ilkel şehirdir. Tarıma dayalı ekonomi, kasaba yönetimi

2.      Polis: Şehir, ortak amaç ve inançlar ile birleşen nüfus topluluğudur.

3.      Metropolis: Bölgede hakim birlik olarak ortaya çıkan şehirdir. Metropol şehrin veya merkezi mevkiin onu tamamlayan, bölgeyi aşan ve artan bir anlamı ve fonksiyonları vardır. Metropol şehir belirli bir büyüklüğün üzerindeki şehirsel topluluktur. Çok sayıda yönetim birimini içerir.

 

·        Şehirlerin nüfus büyüklüğü

·        Çalışma alanlarındaki çeşitlilik ve yoğunlaşma

·        Hizmetlerin ayrıntılı olması

·        Ulaşımda üstünlük

·        İhtisaslaşma ve örgütleşme

·        Yüksek düzeyde ticaret faaliyeti ve onu destekleyen finansal kurum ve hizmetlerin varlığı

4.      Megapolis: Kent çökme devrine adım atmıştır. Şehir ölçüsünün üstünde merkezileşmektedir. Yığılma hali başlar. İnsan ve mal akımının tesadüfen dağıldığı kentler söz konusudur. Sanatta standartlaşmaya geçilir. Bu noktada alternatif olarak yeni şehirler önerilir.

5.      Tyrannopolis: Çöküş devridir. Çevre istismar edilirken ticarette durgunluk, yerel yönetimlerde organizasyon bozuklukları görülür.

6.      Nekropolis: Savaş ve hastalık şehir içinde hükmetmeye başlar, her bir fonksiyon bir diğerinin aleyhine büyüme eğilimi gösterir. Fiziksel çökme ile şehir boş bir kabuk olmaya başlar, sonunda kaybolur, şehir nüfusu tekrardan kıra döner.

7.      Ekümenopolis: 1967 yılında yunanlı şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terimdir.

NEW TOWNS (YENİ ŞEHİRLER)

·        Yeni şehir politikası şehirlerin yığılma haline (megalopolis)geçişini önlemek üzere karşıt bir çözüm olarak benimsenen ve uygulanan bir şehircilik uygulama biçimidir.

·        Olaya plan ve program açısından bir yaklaşımdır. Ülkenin nerelerinde nüfus toplanması önlenecek, nerelerinde yöneltilecekse, yeni şehir bir uygulama aracı olarak bu değişim içinde kullanılmaktadır.

·        Yeni şehir ülke mekanında yerleşme olayında kullanılan bir uygulama aracıdır. Çağdaş yaşama ve çalışma beraberliği içinde alanın düzen altına alınmasıdır.

YENİ ŞEHİR UYGULAMALARININ AMAÇLARI

Yeni şehir politikası birçok farklı yapıdaki ülkede görülür. Uygulamaları hangi ekonomik sistemde olursa olsun benzer amaçlar taşır;

·        Ülke mekanında dengeli bir yerleşme siyaseti oluşturmak

·        Sanayi ve sanayi nüfusunun dengeli yayılmasını sağlamak

·        Yeni bir çekim merkezi yaratarak, bölgelerarası dengesizliğin şiddetini azaltmak

·        Metropoliten şehirlerin yığılma haline geçişini önlemek

·        Şehirsel büyüme olayı içinde şehir içi ve çevresindeki tarihsel ve doğal değerleri korumak

·        Açık alanların tahrip edilerek kaybolmasını önlemek

Özellikle büyük şehirlerde durumun daha kötüye gitmemesi ve böylesine bir büyüme ile bölgelerarası farklılığın arttırılmaması için planlı ve programlı olarak yeni şehir politikaları uygulanmalıdır.

İngiltere’de Yeni Şehir Tanımı

Bir yeni kent bağımsız, kendine yeten, çeşitli konut tiplerini destekleyecek büyüklüğe sahip planlı topluluk ve sınırları içinde yaşayan insanlara iş imkanları sağlayabilen yerleşmelerdir. Dengeli kamu faaliyetleri, sosyal ve kültürel olanaklara sahiptir. Bir yeşil kuşak tarafından sarılmıştır. Bu sayede gelişmesi sınırlandırılmaktadır.

Amerika’nın Yeni Kent Tanımı

Yeni topluluklar geniş ölçekte inşa edilmiş tek yönetimli, farklı konut tiplerini, ticari ve kültürel faaliyetleri içeren ve sakinlerine yeterli hizmeti verebilen topluluklardır. Bu kentlere işgücü getirebilmek için sanayi desteklenmelidir.

Bu iki tanımdan da görüldüğü gibi hem yeni kentler hem de yeni toplulukların temel özellikleri bulunmaktadır.

Yeni Şehirlerin Özellikleri

1.      En az 15 bin kişi

2.      Karşılaştırmalı bir planlama

3.      Tek yönetim ya da idareye sahip

4.      Yapısal bütünlük ve devamlılık

5.      Günlük ihtiyaçların karşılanması

YENİ ŞEHİR POLİTİKASI ANLAYIŞININ GELİŞİMİ

Yeni şehir politikası, mekanın organizasyonunda ve şehirsel sorunlara yaklaşımda yeni bir anlayış biçimi olarak tanımlanabilir.

Yeni şehirler yeni fonksiyon alanlarının düzenlenmesidir. Yeni şehirler 20.yüzyılın şehircilikteki uygulama araçlarından biri olmasına rağmen, şehircilik tarihinde de ilk örnekleri vardır.

Tarihteki İlk Yeni Şehirler

·        MÖ 6.yy Çin : Leo-Tzu

·        MÖ 4.yy Yunanistan: Plato ve Strabo

·        MÖ 5.yy Milet’li Hipodamus: Pire için bir yeni şehir önerisi yapmış ve böylece Atina’nın bir ikiz şehirle gelişimini sağlamıştır.

·        Alberch Durer: Yeni şehir tasarımı yapmış fakat tasarım aşamasında kalmıştır.

Sosyal reformcu olarak Robert Owen’ın girişimi ve uygulama denemesi ilk planlı yeni şehir olarak kabul edilir. 1815 yılında Owen’ın geliştirmeye çalıştığı reform İngiltere’de ve uluslar arası boyutta ilgi görmüştür.

Robert Owen sanayileşme-şehirleşme süreci içinde, kalabalığın getirdiği sosyal sorunlar, fakirlik, hastalık, işsizlik, sağlık durumu, yaşama koşulları gibi sorunlar karşısında çözümün şehir planlama anlayış içinde olduğu düşüncesindedir.

Robert Owen(1771-1858) İngiltere’de bir fabrika işçisidir. Owen çalıştığı fabrikadaki çalışanların dörtte birlik kısmının çok genç, öğrenim eksikliği içinde ve sağlık koşulları çok ihmal edilen bir ortamda çalışmalarından çok etkilenmiştir. İnsanların kendilerini aşan nedenlerden dolayı sağlıksız koşullarda yaşamasının reformlarla aşılabileceğini öne sürmüştür.

Owen 1816 yılında dünyada bir ilk olan ilkokul öncesi okul ve bakım yerini kurmuştur. Çevre düzenlemesine bağlı kalarak bir yaklaşım getiren Owen 1200 kişilik, 400-600 ha büyüklüğünde bir yerleşme öngörmüştür.

İngiltere’de uygulanan bu yerleşmede mülkiyet kavramı yoktur. Site birlikler halinde yönetilmektedir. Sitede ortak tek bir yapıda mutfak, toplantı salonu ile yerleşme ölçüsünde gerekli donanım bulunmaktadır. Amerika da bu denemeye geçmeyi tercih etmiş ve 1855 yılında 12.000 hektarlık bir arazi alarak ilk yerleşme türü olarak New Harmony adlı birliği kurmuştur. Fakat, gerek kültürel gerekse dini görüş açısından Amerika’da birlik düşüncesi çözülmüştür. 

Sanayileşme ve sanayileşme hacminin büyümesi endişesiyle yeni şehir uygulamaları tekrar İngiltere’ye dönmüştür. İlk uygulama deneyi olan New Harmony yerleşimi sürekli olmadıysa da fikirleri, ortak yaşama ve eğitim olanakları ile İngiltere’de çok taraftar bulmuştur.

Ebenezer Howard

Şehir planlamada bir merkezde toplanmanın, aşırı büyümenin yaratmış olduğu sosyal, ekonomik ve stratejik sakıncalar karşısında desantralizasyonu savunan Ebenezer Howard 1898 yılında “Gerçek Reforma Giden Barışçı Yol”adlı kitabını yazdı.

Geleceğin yerleşme sistemini, yakın kırsal çevresiyle bir bütün oluşturan, çevreye demiryolu ve karayolu ile bağlanan, merkezde kamu binaları ve gerekli donatımları olan bir BAHÇEŞEHİRile önerdi.

Howard 1902 yılında da “Garden Cities of Tomorrow-Yarının Bahçe Şehirleri”adlı kitabını yayınladı.

1918 yılında ROBERT UNWIN

“Nothing Gained by Owercrowding Aşırı Nüfus yığılması Hiçbirşey Kazandıramaz” adlı kitabını yazmıştır.

LE CORBUSIER

Le Corbusier 1922 yılında Paris’te o zamana kadar denenmemiş bir büyüklük olarak 3 milyon nüfuslu bir çağdaş kent tasarlamıştır. Merkez alan yeşil bir kuşak ile kuşatılmakta, merkezde gökdelenler yer almaktadır. Geniş bir açık alan içinde düzenlenen gökdelenlerin arasında da tiyatro, toplantı yerleri gibi tesisler yer almaktadır.

Le Corbusier bir genel sistem olarak yerleşme düzenini tarımsal faaliyetler için köyler, sanayi için ana ulaşım aksı boyunca yerleşmiş küçük şehirler ve aralarında tampon bölgeler olarak yeşil alanlarla ticaret ve hizmetlerin büyükşehirlerde yer aldığı bir sistem önermiştir.

Frank Liloyt Wright

1932’de kırsal yoğunluk gibi çok düşük yoğunlukta olan Broadacre City adlı bir yerleşme öneriyor. Her ailenin 0,4 hektarlık bir toprağının olduğu yerleşmede fabrikalar, bürolar, ticaret, alışveriş yerleri, konut alanları arasında iç içe yer almaktadır.

1950’li yıllara kadar yeni şehir konusunda böyle bir aşama söz konusudur. 1950’li yıllarda bütün ülkeler yeni şehir politikasını benimsemiştir.

Hangi ekonomik sistem içinde olursa olsun ülkeler bir merkezde toplanmanın ortaya koyduğu sakıncalar yönünden uydu yeni şehirler, bağımsız yeni şehirlerle bu problemin çözümlenmesine çalışmıştır.

Yeni şehirler ülkesel ve bölgesel mekanın organizasyonunda çağdaş şehircilik anlayışı içinde bir uygulama aracı olarak kullanılmaktadırlar.

Doxiadis’in Yeni Şehir Uygulamaları Konusunda Eleştirileri

1.      Yeni şehirlerin yeni bir buluş olarak değerlendirilmesini eleştirir. Çünkü şehircilik tarihi boyunca uygulanmıştır.

2.      Yeni şehir statik bir yerleşme olarak değerlendirilemez.

•Nüfus ve gerekli donatım ilişkisi

•Nüfus ve gelişen teknoloji ilişkisi düşünülürse bir şehrin statik kalamayacağı düşünülmelidir.

3.      Doxiadis yeni şehirler için ideal bir ölçü ve bir ideal büyüklük kabulünü eleştirir.Oda, ev, komşuluk ünitesi ve insan yerleşmelerinin öğeleri için ideal büyüklüğü kabul etse de yerleşmeler için ideal bir büyüklüğü kabul etmemektedir. Yerleşmeler için ideal bir büyüklüğün belirlenmesi durumunda nüfus, gelir, bütün teknolojik gelişmelerin dondurulmasının gerektiğini ileri sürer.Doxiadis dünya şehri yani ecumonopolis’e gelinceye kadar gelişmelerin süreceğini kabul eder.

LEWIS MUMFORD

Kentlerin büyüklüğünün-nüfusunun sosyal fonksiyonlarla ilişkili olduğunu ileri sürer, optimum kent büyüklüğükavramından bahseder.

Doxiadis’in ideal büyüklük kavramı yerine, Mumford’un optimum büyüklük kavramını kullanmak daha açıklayıcı olacaktır. Çünkü, her yerleşmenin yerleşme bütünü içinde yerel, bölgesel, ülkesel koşullar açısından her iki kutupta optimum ölçüye ne kadar yakın veya ne kadar uzak olduğunu görmesi gerekir. Mumford optimum kent büyüklüğünün kültürel ve sosyal farklılıklara göre değişebileceğini söylüyor.

Şehirlerin gelişmesinde şu 3 durum kabul edilmelidir.

·        Makineleşme ve büyük sanayi kabul edilmesi gereken gerçeklerdir.

·        Gelişmekte olan ülkelerde şehrin büyümesi sürecinde karşılaşılan güçlükler yerleşme nüfusu ile iş alanı ve iş gücü ilişkisini yaratan nüfus toplanmasından ortaya çıkmaktadır.

·        İnsanın moral dengesi, sağlığı ve mutluluğu için doğal çevre, yapılı çevre ve sosyal çevre arasında organik bir bağ kurulmalıdır.

Bir merkezde toplanmanın kontrol edilemeyen nedenlerle o merkezin önemini ve iş imkanını kaybetmesiyle ortaya çıkardığı sorunlar; Sosyal ve ekonomik dengesizlikler

·        İşsizlik tehlikesi

·        Sağlıksız yaşam koşulları

·        Hizmetlerin yetersizliği

·        Sosyal, ekonomik ve stratejik sakıncalar

·        Her yönden kontrol olanaklarının kaybedilmesi

Bu sorunlar karşısında desantralizasyon merkezileşmeye karşıt olarak yeni şehirler ile bir çözüm getirilmeye çalışılmıştır.

 

 

Centralization X Decentralization

Yeni Şehirler- 2

İngiltere’de Yeni Şehir Politikaları

               1930’lı yılların krizli ekonomisi içinde, özellikle sanayi şehirlerinin çevrelerinde, işçi mahallerinde sağlık koşullarına aykırı bir ortam mevcuttu. Şehirsel büyüme devam etmekteydi ve mevcut koşulların daha kötüye gitmesi söz konusuydu.

Bu durumda, 1. Dünya Savaşı sonunda bölgesel ölçekte bu sorunların çözülmesi için BAHÇE ŞEHİR’lergeliştirildi.

Ebenezer Howard’ın Bahçeşehir Modelinde;

1. Kırsal alandan arazi satın alınıyor.

2. Geniş bir yeşil kuşakla çevrelenmiş kompakt bir şehir planlanıyor.

3. Konut, sanayi ve tarımsal faaliyetler için alanlar tahsis ediliyor.

4. Şehrin yayılması engelleniyor ve yeşil kuşak korunuyor.

5. Şehirde arazi fiyatlarının artışları güven altına alınıyor, kontrol ediliyor.

Howard’a göre;

1. Tarımsal araziden arsa ucuza alınır.

2. Sanayide çalışanlar için bu model ekonomik açıdan daha caziptir. Çünkü, şehirlerin çevresinde yerleşme ve çalışma şartları bahçe şehre nazaran daha külfetlidir.

LETCHWORTH GARDEN CITY

               1903 yılında ilk bahçe şehir olarak Howard’ın planına göre inşa edilmiştir.

               Londra’nın 130 kmkuzeyindedir. 1528 habüyüklüğündedir. Şehir önce 32 bin kişiiçin düşünülmüş, bu sonradan 35 bin kişiyeçıkartılmıştır. Kent konut bölgesini, okulları, diğer kamusal tesisleri, dükkanlar, sanayi tesisleri ve kırsal kuşağı içerir. Yoğunluk:30k/ha’dır.

WELWYN BAHÇE ŞEHRİ

               İngiltere’deki 2. bahçe şehirdir. 1919-1920’de özel bir şirket tarafından inşa edilmiştir. Londra’ya 32 km uzaklıkta, 453 ha’lık bir alanda uygulanmıştır. 5000 nüfusun bir kırsal kuşakla çevrili bir şekilde yerleşmesi planlanmıştır. 1939’da 15 bin olan nüfus 1961’de 35 bin’e ulaşmıştır. Arazi uzun süreli kiraya verilerek inşaat desteklenmiştir.

BAHÇE ŞEHİRİN ÖZELLİKLERİ

1. Bahçe şehir hisse senetleri sahiplerinden seçilmiş delegelerinden oluşan komite araziyi satın alır ve planları temin etmeye çalışır.

2. Nüfus 30 bin-60 bin arasında olmalıdır.

3. Yoğunluk 15-30 k/ha gibi düşük bir yoğunluktadır.

4. Komşuluk üniteleri 3500-7000 kişidir.

5. Yerleşme şeması konsantrik, tek merkezli olup, sosyal ve ticaret faaliyetleri merkezdedir.

6. Hizmet kapasitesini yüklemek ve ulaşılabilir, yakın bir yeşil mekan sağlamak amacıyla Bahçe şehir çevresi yeşil bir kuşakla çevrilir.

7. Yönetimleri bahçe şehir yönetimidir.

Bahçe Şehir İngiltere’ye uygun bir özelliktedir. İki temel nedenden dolayı bahçe şehir uygulamaları İngiltere’de tercih edilmiştir:

1. Verimli tarım arazilerinin elden gidişi ve şehirlerin bu alanlara doğru büyüyüp yayılması karşısındaki kayıplar

2. İngilizlerin doğa ve açık alanlara karşı duyduğu sevgi

2. Dünya Savaşı İçinde ve Sonrasında İngiltere’de Yeni Şehir Politikaları

               İngiltere’de desantralizasyon politikası, 2.Dünya Savaşı içinde sanayi ve sanayi nüfusunun ülke yüzeyinde dengeli dağılımını temin amacı ile geliştirilen temel bir anlayış olmuştur.

               Nüfusun %35’i Londra ve Midland bölgesinde yaşıyordu. Bir merkezde toplanmanın, kontrol edilemeyen nedenlerle o merkezin önemini ve iş imkanını kaybetmesi karşısında desantralizasyon en doğru çözüm olarak görülmüştür.

               Sonuçta, büyük şehirlerin düzensiz bir şekilde büyümesi yerine nüfus sınırlarının konulduğu ve ilkelerin optimum nüfus sınırına ve optimum şehir yüzölçümüne göre tayin edildiği yeni şehirlerin uygulanması kabul edilmiştir.

BARLOW RAPORU

               1940 yılında İngiliz Kraliyet Komisyonu sanayi ve sanayi nüfusunun dağılımı konusunda BARLOW RAPORU’nu hazırlamıştır. Barlow Raporu’ndabu konuya ilişkin temel problemler;

1. Sanayi yerleşmesi

2. Hem sanayi hem de tarım için uygun ve açık çalışma alanı temin edebilecek arazilerin seçimi

3. Gelişme imkanlarının verilmesi olarak kabul edilmiştir.

 

Barlow Raporunda Yeni Şehirlerin Kurulmasındaki Temel İlkeler

1. Planlamanın bakanlıkta merkezi bir kuruluş haline getirilmesi

2. Tıkanmış şehirlerin gelişimini sağlamak üzere özel güçlü kurumların oluşturulması

3. Londra’ya sanayinin gelip yerleşmesinin önlenmesi

4. Şehrin büyüklüğünü sınırlandırmak için bir yeşil kuşakla çevrilmesi

5. Sanayinin merkezden uzakta yer seçmesi=desantralizasyonu

               Bütün bu ilkeler ışığında sanayi bölgelerinin planlanması, mevcut şehirlerin yayılma alanının tasarlanması, uydu veya yeni şehirlerin yaratılması planlanmıştır. 1942 yılında İngiltere’de Barlow Raporu ışığında İş Planlama Bakanlığı ve 1943 yılında da Şehir ve Kır Planlaması Bakanlığı kurulmuştur. 1951 yılında bu bakanlık İskan ve Yerel Yönetim Bakanlığı olmuş ve yeni şehirlerin inşası, kontrolü ve planlamasından sorumlu olmuştur.

               2. Dünya Savaşı sonunda İşçi Partisi iktidara gelmiş ve 1946’da New Town Act-Yeni Şehir Kanunu kabul edilmiş ve Londra çevresinde yeni şehirler kurulmaya başlanmıştır. 1940-50’li yıllarda İngiltere’de görülen yeni şehirlerin yerleşme ilkeleri Prof. Sir. Abercrombie’nin Büyük Londra Planlamasına bağlıdır.

Büyük Londra Planında Londra Bölgesi tek merkezli olmak üzere 4 Bölgeye ayrılıyor;

1. İç Şehir: Londra’nın yüksek yoğunluklu merkez bölgesidir. Yoğunluk 250 k/ha ile sınırlı olup, bir miktar nüfus ve faaliyetlerin desantralize edileceği bölgedir.

2.  Alt Şehir: Londra’nın banliyölerini içeren 125 k/ha yoğunlukta olan kuşaktır.

3. Yeşil Kuşak: Suburblerden sonra başlayan, kenti çevreleyen yeşil kuşak kırsal görünümü bozmadan rekreasyona hizmet veriyor. Yeşil kuşakta iskana açılan kısımlarda daha fazla yoğunluk getirmemesi için 300 bin civarında bir nüfus öngörülüyor.

4. Dış Şehir: Yeni şehirler bu alanlarda geliştiriliyor. Burada iskandan başka sanayi ve hizmetler sektörü de yer alıyor.

               Bu şekilde Londra’da merkezde iç şehirden 1 milyon nüfusun dışarıya çıkması önerilmiştir. 8 uydu şehir 1946 yılından günümüze 400 bin nüfusu alacak şekilde 28 yeni şehir planlanmıştır.

Yapıldıkları tarihlere göre İngiltere’de Yeni Şehirler 3 grupta incelenebilir.

1.      Grup : 1940-1950 Yılları arasında yapılan yeni şehirler;

Londra’da desantralizasyonu sağlamak amacıyla ulaşılabilirlik ilkesine bağlı olarak 30-50 km mesafe içinde 8 yeni şehir kurulmuştur. Bu şehirlerin ortalama yoğunluğu 37 k/ha’dır.

REITH RAPORU

Reith Raporu ile Londra çevresinde minimum 40 km mesafe içinde yeni şehirlerin kurulması önerilmiştir.

Yeni şehirlerin ana ulaşım aksları üzerinde olmaları bağlantının demiryolu ile sağlanması 14 km kalınlığında yeşil bir bandın olması önerilmiştir.

Nüfus maksimum 60 bin kişi olacak şekilde 5 bin kişilik komşuluk üniteleri öngörülmektedir. Öneri yerleşme yoğunluğu brüt 35 k/ha’dır.

8 yeni şehirde de hedeflenen nüfus sınırı aşılmıştır.Bu yeni şehirlerin kurulma amacı Londra’da yaşayan nüfusun desantralize edilmesiydi.

1970’li yıllarda bu çekim Londra çevresinden %78 ve Londra dışından %22 oranında olmuştur.

Bu dönemde Ticaret Bakanlığında yeni şehirler için girişimcilere yer gösterilmiştir. Stevenage 1946 yılında İngiltere’de kurulmuş ilk aşama yeni şehirlerdendir. Londra’ya uzaklığı 50 km’dir.

2.Grup:  1950-1964 Yılları arasında yapılan yeni şehirler;

1951 yılında İngiltere’de muhafazakarların iktidara geçmesiyle bakış açıları da değişiyor. Bu dönemde 1961’de İskoçya’da Cumbernauldadlı tek bir yeni şehir kurulmuştur. Bu dönemde kurulan yeni şehirler güçlenmiş ve kendisine uygun sanayileri seçmek ve yer gösterecek duruma gelmiştir.  Yoğunluk yaklaşık 100 k/ha’dır.İlk dönem şehirlerine göre daha yoğun bir yerleşme planlanmıştır.

İkinci Dönem Yeni Şehirlerinin Özellikleri

1. Kompakt formda olup, birbirinden ayrı komşuluk ünitelerinden oluşmasına karşı çıkılmış ve sosyal açıdan güçlü bir merkezin olması öngörülmüştür.

2. Merkez konut alanları ile bir bütünlük içindedir ve otoparklarla beslenmektedir.

3. Yayanın rahat dolaşımı için trafik çözümlemeleri yapılmıştır. Yaya hareketliliği ön planda tutularak yatayda çözümlemeler yapılmıştır.

4. Şehrin çevresinin yeşil bir kuşakla çevrilmesi ve doğal ve suni göletlerin, ormanların, oyun alanlarının varlığı ile yeşille entegre olmuş bir şehir öneriliyor.

5. Nüfus dengesinin sağlanması Hook Şehri ile anlatılıyor. Yaş gruplarıyla, aile yapısında, istihdam ve ikinci kuşak sorunlarında dengeyi yaratmak hedefleniyor.

Hook önerisi geliştirilemeyip kuramsal bir örnek olarak kalmıştır.

HOOK YENİ ŞEHİRİNDE;

İç Şehirde;100k/ha yoğunlukta 60 bin nüfusun 48 binin yerleştirileceği düşünülmüştür.

Merkez Alan;1200 m uzunluk ve 400 m genişliktedir. Merkezde 8000 otopark yeri ayrılmış olup yaya alışveriş alanında çeşitli dükkanlar yer alır.

Dış Şehirde;30 bin kişinin 100 k/ha yoğunlukta iskan edilmesi düşünülmüştür. 3 tane komşuluk ünitesi yer alacaktır.

Konut alanlarında;yaya öncelikli bir planlama söz konusudur. Yaya yolları boyunca konut dışı kullanımlar, binalar, çocuk oyun yerleri, yerel dükkanlar, ilkokullar ve gerekli servisler yer alır. İlkokullar konut alanları içindedir.

Sanayi alanları;kentin köşelerinde yer alır.

3. Grup : 1964-1970 Yılları arasında yapılan yeni şehirler; 1964 seçimlerinde tekrar İşçi Partisi iktidara geliyor ve bölgelerarası farklılıkları azaltmak, özellikle kuzeyin gelişimine imkan tanımak isteniyor. Yeni şehirler yeni gelişme kutupları olarak görülüyor. Yeni şehirlerin büyük metropollerin yükünü azaltması hedefi ağırlık kazanıyor. Bu dönemde kurulmuş en önemli yeni şehir Milton-Keynes’dir. Londra’ya 80 km uzaklıktadır. En fazla 250 bin kişi olması hedeflenmiştir.

Milton Keynes-1967’de kurulmuş 3. aşama yeni şehirlerdendir.

İngiltere’de 3 Grup Yeni Şehir Politikalarının Hedefleri

1. Grup: Şehirlerde tıkanmış olan metropol çevresinde yeni merkezler oluşturarak mekanda kuvvet dağılımını gerçekleştirmek

2. Grup: Yeni şehirlerde ekonomik bakımdan güçlük içinde olan bölgede yeni canlandırıcı noktalar yaratmak

3. Grup: Yeni şehirlerde ülke düzeyinde büyük önemi olacak noktalara yerleşimi sağlamak hedeflenmiştir.

1973 yılında Birleşmiş Milletler İngiltere’deki Yeni Şehirlerin durum değerlendirmesini yapmak üzere bir rapor çıkartıyor:

Bu raporun ilkeleri;

1.Çevrenin korunması

2.Finansman

3.Yoğunluk

4.Trafik

5.Kendine Yeterlik

6.Sosyal yapı ve tesisler

7.Yönetim

8.İşletme

9.Araştırma

İngiltere’deki Yeni Şehirlere İlişkin Genel Bir Değerlendirme

•1946’da çıkarılan New Town Act-Yeni Şehir Kanunu

•Yer seçimi yapıldıktan sonra yeni şehirlerle her bakımdan ilgilenen Development Corporation=Gelişme Birlikleri’nin oluşturulması

•Yeni şehirlerde ağır sanayiye izin verilmemesi

•Yeni şehirlerde gençler ve çocuklar daha fazladır. Yaşlı nüfusu azdır.

•Çok sayıda komşuluk üniteleri ile planlanmışlardır.

•Çalışma alanları ise hareketli, hafif, hizmet sanayi gibi kollarda gelişmiştir.

•Düşük yoğunlukta arazi üzerinde çok yayılan bir çözüm şekli görülür. Genelde 2 katlı tek aile tarafından kullanılan konutlar yapılmıştır.

Yeni Şehirler- 3

Fransa

Fransa’da nüfusun Paris metropoliten bölgesinde yığılması sonucunda yeni şehir oluşumları görülmeye başlanmıştır.

Ülke nüfusunun 1/5’i Paris’te toplanmış, yoğunlukla nüfus dağılımındaki denge bozulmuştur.

Bu durumda 3. sektöre olan ihtiyaç, konut, dinlenme alanı ihtiyaçları ile daha fazla ulaşım talebi söz konusudur.

Fransa’da Yeni Şehir Politikaları

Fransa’da 3 büyük şehirde yığılma durumu görülmüştür. PARİS, LYON, MARSİLYA

               1950 yılında İmar ve Şehircilik Bakanlığı 4 temel ilke belirliyor;

  1. Sanayi uygun alanlara kurmak
  2. Tarımda modernleşme
  3. Turistik donatımların geliştirilmesi
  4. Kültürel ve entelektüel faaliyetlerin desantralizasyonu

Bu ilkelerle şehirsel ve bölgesel gelişmenin ulusal politikasına esaslar konulmuş oluyordu

2. Dünya Savaşı sonucunda Fransa’da şehircilik yerleşme sorunlarına pratik bir çözüm olmak üzere Grand Ensembles bir uygulama aracı olarak kullanılmıştır.

Grand Ensembles adı altında 500 konutluk bir yerleşme birimi planlanıyor. Bu yerleşmede konutlar apartman-kat evleri şeklinde düzenlenmiştir. Temel hedef acil olarak konut sorununu çözmektir.

Paris bölgesindeki tıkanıklığı çözmek için hükümet tarafından yasal önlemler alınıyor;

        İmar Bakanlığı 500 m2’den fazla alana sahip sanayi tesisleri ile 50 kişiden fazla işçi çalıştıracak tesisleri kontrol altına almıştır.

        Bakanlık 1958 yılından itibaren bütün resmi binaların, bilimsel kuruluşların, teknik kurumların, 1000m2 üzerindeki özel büroların kuruluş izinlerini de kontrol altında tutmuştur.

        Bakanlık Paris’i mekan bakımından kısımlara ayırmış ve emlak vergilerinde fiyatları farklı tutmuştur.

        Paris’te uzak bölgelere sanayiyi çekebilmek için sübvansiyonların oluşturulması gündeme gelmiştir. Sübvansiyonlar ise; bazı vergilerin kaldırılması, enerji temini ve ulaşım için özel fiyatlar, düşük faizli borç, sanayi donatımlarının modernleşmesi için tahsisler gibi şekillerde olmuştur.

1962’de Paris’te büyüme sorunu giderek artmıştır;

Fransa’da nüfus artışı sonucu;

  1. Açık alanlar kaybediliyor
  2. Merkez tıkanıyor ve donatımlar yetersiz kalıyor
  3. Çevre ile dengeli olmayan bir durum ortaya çıkıyor, çevrede merkezler oluşamıyor. Yani tek merkezli bir şehirsel sistem vardır.

Bu durum karşısında hükümet 4 alternatif çözüm öneriyor.

  1. Alternatif büyük bir Paris yaratmak
  2. Şehirden çok uzak olmayan yeni yerleşmeler yaratmak
  3. Paris’in yakın şehirlerini geliştirerek Paris’in yükünü hafifletmek
  4. Yeni Şehir merkezleriyle yapısal bir bütünlük sağlayacak çok merkezli bir şehirleşme getirmek
  1. Alternatif: Çok gerçekçi görülmüyor
  2. Alternatif: Kente bağımlı olacağı düşünülüyor
  3. Alternatif: Çözüm yetersiz bulunuyor ve ret ediliyor.
  4. Alternatif: Akslar üzerinde yeni şehirsel merkezlerin yaratılması fikri kabul ediliyor.

               Tercih edilen aksların belirlenmesinde vadilerin coğrafi konumları, ormanlar ve mevcut çevrenin kullanılabilmesi göz önüne alınıyor ve güneydoğu ve kuzeybatı olmak üzere iki aks belirlenmiştir.

               Bu karar doğrultusunda Paris’te 4 tane yeni şehir geliştirilmiştir.

Fransa’nın Önemli Yeni Şehirleri

  1. EVRY: 9300 ha, 455 bin kişi, 370k/ha Fransa’ya 20 km uzaklıkta
  2. CERGY PONTOSIE; 1966 yılı, 9000 ha, 350 bin kişi, 370k/ha Fransa’ya 25 km uzaklıkta
  3. MELUN SENART; 17000 ha, 330 bin kişi, Fransa’ya 40 km uzaklıkta
  4. SAINT QUENTIN EN YVELINES; 7500 ha, 275 bin kişi, Fransa’ya 30 km uzaklıkta

Yeni şehirsel merkezlerin konut+ donatı ihtiyacını karşılamaları, böylece banliyö niteliğinde olmamaları için karar alınmıştır.

Yapılan bölgesel gelişme planında;

  1. 3. sektöre iş alanı açmak ve böylece yeni şehirlerin merkezlerini güçlü hale getirmek
  2. Paris bölgesindeki açık alanları, ormanlık alanları tahrip etmeden yeni şehirsel akslar oluşturmak hedeflenmiştir.

Evry 9300 ha’lık alana  455 bin kişi için planlanmıştır. Paris’teki ilk yeni şehirdir.

Yeni Şehirler- 4

HOLLANDA-ALMERE YENİ KENTİ

Hollanda’da planlama politikalarında Hollanda’nın temel özelliklerinin korunması amaçlanır. Bunların başında da Hollanda’nın çok merkezli yapısı gelmektedir.

Hollanda’da Yeni Şehir Politikaları

Hollanda’da 3 büyük kent vardır:

1.AMSTERDAM-Yönetim ve Kültürel Merkez

2.THE HAGUE-Hükümet ve Yönetim Merkezi

3.ROTTERDAM-Liman Kenti

Hollanda’da 2 tane kentleşmiş bant bulunmaktadır.

Güney bant Rotterdam ve The Hague, Kuzey bant ise Amsterdam’ı içerir. Bu iki yerleşme sistemi

“GREENHEART METROPOLIS” olarak anılmaktadır.

Hollanda’da 1950’li yıllarda genel yerleşme politikalarında iki temel ilke belirlenmiştir.

1. Greenheart’ın dolmasını engellemek için büyük ölçekte kırsal alanları korumak

2.  Hollanda’nın çok merkezli yapısını devam ettirerek kentlere özgü karakterlerini korumak ve tahribatı önlemek

Bu amaçla desantralizasyon politikası benimsendi ve:

  1. 13 büyüme merkezi (kentlerden 30 km mesafede ve Greenheart metropolü çevresinde yer alan)
  2. 4 büyüme merkezi bölgesindeki kentsel yoğunlaşma
  3. 2 tane yeni kent önerisi getirildi. Bu kentlerden en önemlisi ALMERE YENİ KENTİDİR.

ALMERE YENİ KENTİ

               Almere, Amsterdam kentsel bölgesi içinde büyük bir yeni kenttir. Amsterdam’dan hem nüfus, hem de para kaynağını çekmiştir. Bunun yanında Amsterdam bölgesine daha çok yatırım gelmiştir.

               Almere’de ilk konutlar 1976 yılında yapılmıştır. 12 yıl içinde 60 bin nüfus yerleşmiştir. 2000 yılında 50 bin konut ve 130 bin kişiye ulaşmıştır. Hollanda’nın en kalabalık şehirlerinden birisidir.

               Tamamıyla denizden koparılmış bir alanda kurulan kentte konutlar yaya erişme mesafesi içinde kıra açıktır. %90 oranında düşük yoğunlukla yerleşilmiştir ve konut tipolojisi genelde tek aile evleri biçimindedir.

               Milton Keynes ve Almere defalarca ele alınmıştır. Brasilia modernist mimarinin ortasında yer alıyor olmasına rağmen merkezde yer alan göz alıcı kamusal alanlarında çeşitli problemler vardır. Bu mekanların en büyük problemi fazlasıyla sıkıcı olmalarıdır.

               Günümüzde planlanan her yeni şehir ise bir temaya sahip olması gerektiğini öğrenmiştir. Tema, modern şehir planlamacılığının ana motifi haline gelmiş durumdadır. İnsanları yeni bir kasabada yaşamaya ikna etmek için ortaya büyük bir fikir, bir marka, şehri daha iyi, diğer her yerden daha özel kılacak bir şey koymak gerekmektedir.

               Richard Sennett: “Yeni şehirler faklı kıyafetler içerisinde ortaya çıkıyor fakat hepsi aynı problemle yüzleşmek zorunda: baştan sona planlama” diyor ve ekliyor: “Büyük bir şehir bir komplekstir ve doğası gereği önceden tasarlanmıştır fakat inşa edildiğinden beri her şey değişmiştir ve planlaması eskimiştir.

               Bir diğer problem ise ölçekten kaynaklanan tekdüzeliktir. Eskiden yapılmış hiçbir Londra caddesi birçok elden çıkmamıştır. Hiçbirinin yapımı esnasında girişimciler, mimarlar, inşaatçılar ve zanaatkarlar bulunmadı. Yeni yapım çalışmalarındaysa maliyetin artması ve ekonominin istismar edilmesi korkusu nedeniyle ayrışmalar azalıyor. Londra sokağı “şehirli” ve organik. Bu iyi bir şey.”

               Bu tür alanlardaki ekonomiyi düşünmemek, farklı iş alanları oluşturmamak bu bölgelerin kısa ömürlü olmalarına sebep oluyor. Eğer uzun süreli olmayı başarırlarsa bile bir şehir gibi büyüyemiyorlar. Eğer yeni şehirciliğin önceden ayarlanmış şehirlerinin beklentileri düşük kalıyorsa hemen başka bir tema ortaya atılıyor: ekolojik şehir. Dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındıran şehirler dünyada üretilen enerjinin %75’ini harcıyor. Bu nedenle de yeni dalga ütopik şehir planlaması bu küresel ısınma krizine bir cevap olacak.

               “Bir şehrin ilerlemesini sağlayan şey ağlardır. İnsanlar bu ağların içerisinde yer almak isterler ve bu ağların oluşması uzun zaman alır. Bir şehir yavaş yavaş olgunlaşarak bünyesindeki ağları geliştirir. Bu yüzden de insanlar daha eski yerleşimleri tercih ediyor”

 

Yeni Şehirler- 5

               İsrail’in en önemli problemi göçtür. 1948 yılında bağımsızlığını kazanan İsrail’de nüfus 760 bin civarında iken 1965’te 2 milyona çıkmıştır. 1949 yılında her bin kişiden 266’sı göçmendir.

               Planlama politikaları da göç sorununa yönelik olarak oluşturulmuştur.

İsrail’de planlamaya etkin sorunlar;

  1. Göç sonucu artan nüfus
  2. Mevcut nüfusun doğal artışı
  3. Göç nedeniyle işgücü ve istihdam yapısındaki değişim
  4. Nüfus dağılımındaki değişim

İsrail’de 3 büyük ve önemli kent vardır; KUDÜS, YAFA ve HAIFA

Büyük kentler büyüme sürecinde daha da büyüdü. Bu büyüme süreci arada hiçbir ara geçit elemanı olmadan tarımsal yerleşme ve büyük şehirler arasında kutuplaşmış bir yapıyı meydana getirdi.

Bu nedenle İsrail’in yeni şehir politikaları nüfus artışının büyük şehirlerde önlenerek kırsal alanların kalkındırılmasıdır.

Bağımsızlığın kazanılmasıyla “köy kalkınması” adlı politikalar uygulanıyor. İsrail’de yeni gelenleri yerleştirmek ve artan nüfusun özellikle gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmek için köy kalkınması acil bir sorun olmuştur. Köy kalkınması yaklaşımı köy hizmetleri ve köyler arası ilişkileri geliştirmeyi esas almaktadır. Her yerleşmenin kapalı ve kendine yeter bir yapıya getirilmesi hedeflenmiştir.

1948 yılında göçmenlerin kalacakları yeni köy merkezleri kurulmaya başlanıyor. Bunlar gerek iş imkanları gerekse sosyal donatılar yönünden kendi kendine yetebilen yerleşmelerdir.

Bağımsızlığın kazanılmasıyla tüm arazi kamulaştırılarak devlet tarafından kiralama esası getiriliyor. Bölgesel gelişme politikaları araziye yansıyor.

Bu bölgede su kaynakları, yağış miktarı çok azdır. Mevcut yerleşmelerin sayısı az ve dağınıktır. Tarıma elverişli alan ise 250 km2’dir.

Arazi boş ve devlete aittir. Kamulaştırma sorunu yoktur. Yerleşme sayısı çok olmayıp, yerleşik nüfus da azdır. Beşeri faktörler de etkin olmayıp plancılar için ideal bir eylem alanıdır.

Lakhiş’in stratejik ve ekonomik açıdan bölgesel gelişmesinin sağlanması için nüfus ve donatı alanlarının getirilmesi gerekmektedir. Bölgede su problemi olduğu için ilk iş su getirmek olmalıdır.

Lakhiş’te 3 aşama belirleniyor;

  1. Aşama - Merkez olan A Köyü: 80-90 aileyi barındıracak, ana okul seviyesinde eğitim, günlük ihtiyaçlar ve dini gereksinmeleri kapsayacak düzeydedir.

2.      Aşama – 5-6 Köylük Gruba Hizmet Eden ve Birleşik Köy Yapısı Gösteren B Merkezi: 400-500 aileye hitap etmektedir. Çevresel uzaklık 4km’dir. Nitelikli işçilerle köy merkezi personeli bu merkezde iskan ediliyor.

3.      . Aşama – Birleşik Yapılara Hizmet Eden Bölgesel C Merkezi: Bölgesel şehirler daha fazla nüfusa hizmet vermektedirler. Bölgenin tarımsal ürünleri burada toplanır. Sosyal ve kültürel merkezdir. Aynı zamanda coğrafi merkezdir.  Lakhiş planının temeli tarımdır. Planlama ilkeleri ülke kalkınması genel ilkeleridir. Bölgesel tarımsal ürünlerin işlenmesi ve yeni iş alanlarının açılması hedefleniyor.

İsrail’de 3 Tür Köy Bulunmaktadır.

1. Tüm dünyada yaygın olan köy sistemi

2. Kibutz Tipi Köycülük

3. Moşav Tipi Köycülük

Tüm dünyada yaygın olan köy sistemi

Genellikle tüm dünyada olduğu gibi her fert toprağını sürer, ürününü piyasaya satar ve ihtiyaçlarını bizzat kendisi temin eder. Özel mülkiyet vardır ve herkes kendi malına sahiptir.

Kibutz tipi köycülük

Mülkiyet esasına kurulmuş ve benzeri dünyanın hiçbir memleketinde olmayan, İsrail’e has bir köy sistemidir. Gayrimenkuller, makineler, hayvanlar vb. her şey bütün köy halkının ortak malıdır.

Her aileye bir oda tahsis edilmiştir. Köyde para tedavülü mevcut değildir. Sene sonunda her fert ortak kasadan kendine tahsis edilen parayı alır.

        Kibutzlar istekli yardımlaşma topluluklarıdır ve genel bir kurul tarafından yönetilirler.

        Gruplar üyelerden oluşur ve gruplar; üretim toplum hizmetleri ve kişisel ihtiyaçların sorumluluğunu üzerine alır.

        Özel mülkiyet yoktur.

        Pazarlama ve fiyatlandırma bütün olarak grup tarafından yapılır.

        Elde edilen karlar ileride toplum yararına kullanılmak üzere saklanır.

        1900’lerde gelişen bu fikir yerleşme siyasetinde bir uygulama aracı olmuştur.

        Toprak Kibutz’a 49 yıl için kiralanır.

        İsrail’de gençler askerliklerini yapmak üzere Kibutz’a gönderilirler.

        Kibutz’larda üye sayısı 200-400 yetişkin arasındadır. Yeni Kibutz’larda bu sayı 60-70 arasındadır. Haftalık toplantılar yapılır.

        Kibutzlar birleşik kooperatif teşebbüsleridir.

        Kişi eğitimini almak koşuluyla istediği işte çalışır.

        Ekonomik büyümenin temeli tarımdır.

        Kibutz üyelerinin bütün ihtiyaçlarını temin eder.

        Topluluk fikrini güçlendirmek için evde oturmaya sevk edecek düzenlemelerden kaçınılmıştır.

        Çocuklar ortak yatakhanelerde uyurlar. Çocuklar evden ayrı yetiştirilirler.

Moşav tipi köycülük

        Toprak köye 49 yıllığına kiraya verilir. Köy idaresi toprakları aynı şekilde köylülere devreder.

        Moşav topluluğu iş organizasyonudur. Çok amaçlı bir kooperatiftir.

        100’den fazla aileden oluşur.

        Mülkiyet kavramı vardır. Herkesin ayrı evi ve toprağı vardır. Çalışma ortak fakat aile birimleri bağımsızdır. Herkes kendi bütçesiyle dilediği gibi özel hayatını yaşar.

        Üretim araçları, makineler, hayvanlar, binalar, dükkanlar üretim topluluğunun malıdır.

        Kadınlar yarım gün çalışır. Küçük çocukları olanlar çalışmaktan muaftır.

        Topluluk üyelerinin ve ailelerinin ekonomik ve maddi refahları, sağlık sigortasından kültürel ihtiyaçlarını temin etmekten ve yaşlıların bakımını sağlamaktan sorumludur.

        Köylü ürettiğini köy kooperatifine teslim eder, kooperatifte bunu para karşılığı satar.

        Çocukların öğrenimi toplum tarafından yapılır. Çocuklar evde yaşar.

        Her aile büyüklüğüne göre ücret alır.

        Aylık, günlük ihtiyaçlar için büyük bir mağaza vardır.

        Büyük bir daire şeklindeki Moşav’ın ortasında hastane gibi tesisler yer alır.

BÖLGESEL ŞEHİR

·        250 bin-300 bin nüfusa hitap eder. Lineer gelişme esas kabul edilmiştir. Üniteler arası mesafe minimuma indirilmiştir.

        Bütün bu yerleşme merkezleri gelişme için katalizör rol oynarlar. Göçmenler burada dil öğrenerek ülkenin hayatına katılırlar ve yeni bir sosyal çevreye buradan girerler.

        İsrail’de yeni şehir siyaseti sadece fiziksel ve mimari yönden değil, fakat genel olarak sosyal ve ekonomik yönleri ile ele alınmıştır. İsrail’de 1960-70’li yıllarda İmar İskan Bakanlığı tarafından 25 tane yani şehir inşa edilmiştir.

Konut ve Konuta İlişkin Kavramlar

               Barınma, insanların en temel haklarından biri olup insan onuruna uygun bir yaşam için bu ihtiyacın belirli bir standartların altına düşürülmeden giderilmesi gerekir. Bu nedenle konutu en basit haliyle insanların sağlıklı ve güvenli bir şekilde asgari yaşam koşullarını sağladığı ve asgari düzeyde kaliteli malzeme ile dayanıklı şekilde inşa edilen mekânlar olarak tanımlayabiliriz.

Konut Nedir?

·        Maslow’un 5’li ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk sıra: Temel ihtiyaçlar; beslenme, barınma vd.

·        Konut, sıcak ve soğuktan, dışardan gelebilecek tehlikelerden koruyan ve bireylere aidiyet, mahremiyet gibi duygular hissettiren bir ihtiyaçtır.

·        Konut; içinde birey, aile ya da ailelerin barındığı her türlü yapının genel adıdır.

·        Konutun genel işlevleri; ev halkının yaşaması ve bunun için gerekli olan yemek pişirme, sıcak ve soğuktan korunma, yıkanma, tuvalet ihtiyacı, uyuma, oturma gibi temel gereksinmelerin karşılanmasından oluşur.

·        Konut her zaman acil bir ihtiyaç olmuştur.

·        İnsanlar neden konut yapar ya da satın alır?

               Konut, bireyin kendisi ve ailesiyle birlikte yaşadığı sosyal yaşamın en önemli parçası olup, birçok hak ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılıdır. Bu bir yandan anayasalarda yer alan yerleşme hürriyetiyle diğer taraftan da sağlık, yaşam hakkı ve bireyin maddi ve manevi kendisini geliştirme hakkı gibi pek çok haklarla bağlantısı olan haklardan biridir.

               Başka bir anlatımla söz konusu olan konut hakkı, bireylerin insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşaması için gerekli olan en temel haklardan biri olup bu hak bireylerin sağlıklı yaşaması, iş ve yaşadığı çevreyi seçme gibi birçok noktayı etkilemesi bakımdan da özel bir öneme sahiptir.

               Türk Dil Kurumu konutu; Bir insanın yatıp kalktığı, iş zamanı dışında kaldığı veya tüzel kişiliği olan bir kuruluşun bulunduğu ev, apartman gibi yer, mesken, ikametgah, olarak tanımlamaktadır.

Tekeli konut kavramının daha geniş olduğunu, bu kavramı kısa terimlerle sınırlamanın doğru olmayacağını savunmaktadır. Tekeli konutun tanımını;

§ Bir barınak,

 § Üretilen bir meta,

§ Bir tüketim malı,

§ Toplumda kişiler ve aileler açısından gelecek için bir güvence,

§ Toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesinin aracı,

§ Emeğin yeniden üretildiği bir yer,

§ Enflasyon karşısında paranın değerini korumaya yönelik ve yeni oluşan kentsel rantlara el koyabilmeyi sağlayan bir yatırım aracı,

§ Kentsel çevrenin oluşturulmasında bir kültürel artifact,

§ Bir yaşam çevresinin yada kalitesinin oluşturulmasında yapı taşı,

§ Bir yatırım olarak spekülatif değer artışlarına el koyma yolu,

§ Ekonominin canlandırılmasının, bunalımdan çıkarılmasının, istihdam yaratılmasının aracı, şeklinde maddeler halinde tanımlamıştır

• Konut edinme, piyasa koşullarında bir bedel karşılığıyla olur.

• Ancak, konut talebinin belirlenmesinde her zaman piyasa (arz-talep) kuralları yeterli olmayabilir (spekülatife açıklık).

Konut Sorunu; ülkedeki nüfus hareketinin kentsel alanda meydana getirdiği konut arzı ile talebi arasındaki dengesizlikten kaynaklanan sorundur.

 

 

Konutla İlgili Kavramlar

Konut Talebi;

               Konut piyasasında ödeme gücüne sahip olanların konut alma isteklerini ifade eder. Yani satın alma gücüyle desteklenmiş konut alma isteğini belirtir.

• Ödeme gücü ve bireysel tercihler, Konut Talebinde belirleyici.

• Konut Talebi, diğer mal ve hizmetlerdeki gibi konut fiyatlarının yükselmesine/azalmasına sebep olabilir.

• Konut fiyatı nasıl artar ya da azalır?

 • Konut talebinde temel belirleyici, toplumsal refah artışıdır.

• Artan gelir, konutu ihtiyaç dışında, yatırım aracına dönüştürebilir.

• Ayrıca, konut, statü sembolüne dönüşebilir ki bu da yine refahın bir türevidir.

Konut İhtiyacı

• Talebin tersine, ödeme gücü ve bireysel tercihlerden bağımsızdır.

• Konut İhtiyacı, insan onuruna yaraşır nitelikli konut sayısını ifade eder.

• Konut ihtiyacı olan birisi, ödeme gücü olmadığında konut talebinde bulunamaz.

• Birden fazla konut talebinde bulunan birisinin mutlaka konut ihtiyacı olmayabilir.

• Ülkemizde bazen konut fazlalığından ya da azlığından söz edilir.

• Konut fazlalığı olduğunda bu tüm konut ihtiyacının karşılandığı ve fazladan boş konut arttığı anlamına gelmez. Bu, talep edilenin üzerinde konut arz edilmiş olmasını ifade eder.

Konut Arzı ve Konut Talebi

Dar anlamda konut sorunu, bir ülkedeki konut stoku ile konut gereksinmesi arasındaki fark olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda konut sorununun boyutları konut arz ve talebine bağlı bulunmaktadır. Konut arzındaki değişmeler ülkedeki konut stokunu belirleyici olmaktadır. Konut gereksinmesi ise, ülkenin değişen sosyoekonomik koşullarına bağlı olarak konut talebi ile ilişkili olmaktadır.

Konut Stoku ve Konut Arzı Konut arzı, konut stokundaki değişmelere uzun dönemde etki yapmaktadır. Kısa dönemde ise, konut arzı mevcut konut stoku tarafından belirlenmektedir. Bir ülkedeki konut stoku kısa dönemli (durağan) bir yapıda ele alındığında bu stok (Sk ); mevcut konut sayısı (s); konut olmadıkları halde konut gibi kullanılan yapılar (b) ve türlü nedenler ile boş bekletilen konutlar (c), toplamı ile bu toplamdan yenilenmeleri gereken (d) başka amaçlar için kullanılan (e) ve yazlık (f) konutlarının çıkarılması ile bulunmaktadır:

SK = (a + b + c) - (d + e + f)

Konut stoku uzun dönemli (devingen) bir yapıda ele alındığında, eskime, yangın, kamulaştırma, doğal yıkım olayları vb. nedenleri ile meydana gelen eksilmeler (y) dikkate alınmalıdır. Ayrıca yeni üretilen konutların (s) yani arzın da dikkate alınması gerekecektir. Bu durumda uzun dönemli konut stoku aşağıdaki biçimde olacaktır.

 

Su = SK - y + s

Veya

Su = (a + b + c) - (d + e + f) - y + s

2. Konut Gereksinmesi ve Konut Talebi

               Bir ülkedeki konut sorununun diğer bir boyutunu da konut gereksinmesi oluşturmaktadır. Bireysel açıdan konut gereksinmesi, barınma için gerekli ve en az düzeyde yeterli olan mekan gereksinmesidir. Toplumsal düzeyde konut gereksinmesi ise, gerekli ve en az düzeyde yeterli mekan birimlerinin mevcut miktarı aşması halinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda konut gereksinmesi toplumsal bir içerik taşımaktadır.

               Konut gereksinmesi, potansiyel bir taleptir. Bu potansiyel talebin efektif talep haline dönüşebilmesi için ödeme gücü ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda konut talebi ile konut gereksinmesi kavramları ayrı anlamlar ifade etmektedir. Konut gereksinmesi, konut açığı sorunun toplumsal yönünü ortaya çıkarırken konut talebi ekonomik yönünü vurgulamaktadır.

Konut ihtiyacı; kişilerin satın alma gücü ve tercihlerine bakılmaksızın, asgari seviyede barınabilmelerini sağlamak için gerekli konut miktarıdır. Konut ihtiyacı, nicelik ve nitelik itibariyle iki farklı şekilde değerlendirilebilir. Konut ihtiyacının niceliksel ölçümü; konut özelliklerinin, yaşanabilir ve sağlıklı olması için gerekli fiziksel standartları taşıyan konutları kapsar.

               Konut ihtiyacının nitel ölçümü ise; konutun fiziksel özelliklerinin yanı sıra sosyal ve çevre özelliklerinin de hesaba katılması sonucu ortaya çıkan gösterge olarak değerlendirilebilir.

               Konut talebi ise konut ihtiyacından farklıdır. Konut ihtiyacının talebe dönüşebilmesi için kişilerin söz konusu konutu alabilmesi için satın alma gücüne sahip olması ve bunu istemesi gerekmektedir. Konut talebi, barınma amaçlı olup da satın alma gücüyle desteklenmiş talebin yanında, getiri amaçlı, lüks ya da ikinci bir konuta olan bütün talepleri de kapsar. Bu yüzden konut ihtiyacı ile konut talebi ayrı anlamlar ifade eder.

               Konut ihtiyacı, açık ve gizli konut ihtiyacı olmak üzere iki farklı şekilde olur. Açık konut ihtiyacı, sayısal özellikler içerirken, gizli konut ihtiyacı, yapının niteliği ve hane halkı büyüklüğü gibi birçok özelliği içerir. Örneğin Aşırı kalabalık, birden çok ailenin yaşadığı, niteliksiz, güvenliksiz ve dayanıksız konutlar gizli konut ihtiyacı içinde yer alırken açık konut ihtiyacı içinde yer almaz.

               Gizli konut ihtiyacı açık konut ihtiyacına göre daha kapsamlı bir şekilde konut ihtiyacını gösterir. Türkiye’de konut ihtiyacı tahminler çerçevesinde bulunabilir. Ancak gizli konut ihtiyacını tahmin edebilmek zordur. Bazen gizli konut ihtiyacını etkileyen faktörler açık konut ihtiyacını da dolaylı olarak etkilemektedir.

Türkiye’de Yerleşmeler

Ülkemizde Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde bile hala, toplumsal yapı açısından sanayi öncesi toplum özelliklerini taşıdığı bilinmektedir. Batı Avrupa, Ortaçağ’dan başlayan bir gelişme süreci içinde sanayi toplumu aşamasına geçerken toplumumuz bunu başaramamıştır.

Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında yerleşim sistemleri sanayi kentinin tersine, doğal çevreyle çelişmeyen, ona uyan bir gelişme modeli sergilemektedir. Bunun bir nedeni de doğal çevre üzerinde sanayileşme ve kentleşme baskısının olmamasıdır. Kentleşme hızı 1950’lere kadar çok yavaştır. Yeni toplumun ülke kaynaklarını harekete geçirerek ekonomik gelişmeyi sağlama çabaları henüz amacına ulaşmamıştır. İlk sanayileşme atılımları 1930’lı yıllarda yapılmış ve ilk çevre sorunları Karabük ve Murgul gibi yerleşimlerde görülmüştür.

Ancak ülkede yerleşim sistemi henüz geleneksel formunu korumaktadır. Bu zaman süresince toplumun benimsediği yerleşim sistemi, merkezlere yakın alanlarda az miktarda apartmanlaşma ile temelde bahçe kent modelinden oluşmaktadır. Özellikle Jansen tarafından Ankara’nın yeni yerleşimleri için öngörülen kentsel doku, diğer birçok kentte de uygulanmış ve çevreyi bozmayan bahçe kent bölgeleri dönemin gelişme biçimini yansıtmıştır.

Türkiye, 1950’lerden bugüne kadar bir sanayileşme ve kentleşme dönemi içinde bulunmaktadır. Bu nedenle ülkemiz, Batı toplumlarının geçen yüzyılda yaşadığı çevre sorunlarını günümüzde yaşamaktadır. Bu sorunlar;

•Hızlı kentleşme

• Kentsel çevre içinde sanayileşme

• Sanayi ve ısınma kirlenmesi

• Plansız büyüme ve sağlıksız konut

• Ulaşım ve altyapı

• Yüksek yoğunluk ve yığılmalar

• Güneş ve yeşilsiz kentsel çevreler şeklinde sıralanabilir.

Toplumsal gelişme düzeyine bağlı olarak bugün kentlerimizde 3 farklı konut tipolojisinden söz edilmektedir.

1. Gecekondu

2. Düzenli konut

3. Toplu konut

               Kente kırsal bölgelerden yeni gelenler ile yoksul insanların mekanı olan gecekondu, kısaca “İmar kurallarına aykırı olarak başkasının veya hazinenin arsasına alelacele çakılıveren barınak” olarak tanımlanabilir.

Düzenli Konut Bölgeleri, özellikle 1960’lı yıllarda var olan bahçe kent dokularını ortadan kaldırarak gelişen apartmanlardan oluşmaktadır. Yerel yönetimler hem bazı olanaksızlıklar hem de spekülatif baskılar nedeniyle alt yapı ve ulaşım sistemlerini yaygınlaştıramayarak yeni kentsel alanları yerleşime açamamışlardır. Bunun sonucunda, var olan kentsel parsellerde yoğunlaşma eğilimleri apartmanlaşma olgusunun ortaya çıkarmıştır.

Bu gelişme şeklinde orta ve üst gelir grupları, aynı güneşsiz ve yeşilsiz, ancak pahalı konutlardan oluşan yerleşmelerde yaşamaya zorlanmışlardır. Konut stokunun büyük bir kısmını oluşturan düzenli konut bölgelerinde karşılaşılan olumsuzluklar ise;

• Kirlenme

• Gürültü

• Yönlenme ölçütleri açısından uyumsuzluk

• Komşuluk ilişkilerini zayıflatması

• Ülkenin farklı bölgelerinde ve farklı büyüklüklerindeki kentlerinde aynı olması şeklinde sıralanabilir.

Üçüncü bir tip olan toplu konut ise, günümüzdeki yeni çevrelerin temel öğesini oluşturmaktadır

Toplu konutlar çoğunlukla kooperatifler ve kamu kurumları eliyle gerçekleştirilmektedir. Ayrıca kredi veren kuruluşlar ve özel kesim eliyle gerçekleştirilenler de bulunmaktadır. Ülkemizde Cumhuriyet Döneminde bu anlamda birçok girişim olmuştur. Ancak gerçekleştirilenler toplam konut stoku içinde sınırlı kalmıştır.

Toplu Konut Tanımı

Tek tek yapılar olarak değil, fakat büyük konut siteleri halinde yapıldıkları zaman teknik, toplumsal ve ekonomik kimi yararlar sağlayabilen büyük girişimlerdir.

Toplu Konut Kavramı, topluca çok sayıda yapılan konutlardan sosyal tesisler, işyeri ve konut çeşitliliği ile bir bütünlük gösteren yeni kent parçalarına kadar değişik anlamlar taşımaktadır. Fakat hepsinin ortak özelliği, çok sayıda konutu topluca üretmeyi planlamış olmalarıdır.

Şimdiye kadar yapılan uygulamalarda Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından en az planlama alanı olarak 15 hektar ilkesi aranmıştır. Bir komşuluk ünitesi birimi (3000-5000 kişilik bir nüfusu) barındıracağı kabul edilerek hareket edilmiştir.

Toplu konut yasasında, imar planları onaylanmış ve yapıma hazır hale getirilmiş olan yerlerde 200 konut, imara yeni açılacak yerlerde yüzölçümü 15 hektar olan ve yerleşim alanlarında yapılacak 750- 1000 konut ile bunların ortak kullanım ve tesis alanları ile işyerleri de toplu konut olarak tanımlanmaktadır.

Sosyal konut kavramına uygun olarak yapılan ilk toplu konut tasarımı Herikzedegan apartmanlarıdır. Bu apartmanlar, İstanbul’un büyük bir bölümünü yok eden 1918 yangınında evlerini yitiren, dar gelirliler için yaptırılmışlardır.

Türk yapı tarihinin bu çok katlı ilk toplu konut örneğinde merkezdeki avluların ailelerin sosyal yaşantısını olumlu yönde etkileyen komşuluk ilişkilerini geliştiren ortak açık mekanlar görevi yaptıkları yadsınamaz.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra hızlı gelişme ile birlikte ortaya çıkan barınma sorunu, özellikle kentleşmenin çok hızlı olduğu Ankara’da kendini göstermiştir. Ankara’nın başkent oluşundan sonra sayıları hızla artan memur ailelerinin, bir taraftan konut azlığı diğer taraftan da yükselen kiralar nedeniyle barınma sorunları gittikçe artmıştır.

Bu sorunlara çözüm arama çabaları ise, dikkatlerin memur konutları konusunda yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu dönemde konut kooperatifçiliğinin denendiği, kooperatiflerin ilk örnekleri olan Bahçelievler ve Güvenevler yerleşimlerinin gerçekleştirildiği görülmektedir.

1930’lu yıllarda kurulan sanayi tesislerinin, sosyal gereksinimleri karşılamak üzere, büyük kentlerin dışında toplu olarak yapılan lojmanlar, bu yıllarda yapılan toplu konut örnekleridir. Kayseri Bez Fabrikası ve Demir-Çelik Fabrikası lojmanları, bu konutlar arasında sayılabilir.

1944 yılında Bayındırlık Bakanlığı’nın memur konutları yapmakla yükümlendirdiği “Memur Konutları Yasası” çıkarılmıştır. Bu yasa ile ilgili ilk uygulama, Ankara’da kurulan Saraçoğlu Mahallesidir. Bir komşuluk birimi anlayışı ile yapılan ve 469 birimden oluşan bu mahalle Prof. Bonatz tarafından planlanmış ve inşa edilmiştir.

1. Beş Yıllık Planda öngörülen sanayileşmenin gerçekleşmesinde Sümerbank’ın öncü olması düşünülmüştür. Sümerbank’a ait fabrikaların kurulması ise, fabrika çevresinde yoğun bir biçimde konut gereksinimi doğurmuştur. Bunun sonucunda, bir konut programının hazırlanması ve program çerçevesinde fabrikaların kurulduğu kentlerde işçi mahalleleri gerçekleştirilmesi yoluna gidilmiştir.

Cumhuriyet Döneminde konut açığına çözüm bulma çabaları, 2. Dünya Savaşı sırasında tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de duraklama göstermiştir.

2. Dünya savaşı sonrası ilk toplu konut yerleşim örneği Yenimahalle'dir. Yenimahalle, 1948 yılında özellikle Ankara’da görülen gecekondulaşma ve konut sorununa çözüm getirmek üzere çıkarılan, 5219 sayılı ve 5218 sayılı Bina Yapımını Teşvik Kanunu’na dayandırılarak kurulmuştur.

Yasaya uygun olarak belediyenin hazırladığı ve 1946 yılında kurulan Emlak Kredi Bankasının da kredi sağladığı yerleşim, belli bir plan çerçevesi içinde kısa sürede tamamlanmaya çalışılması açısından başarılı görülmektedir.

1950’lilerde Emlak Kredi Bankasının kendi yaptığı uygulamalar da görülmektedir. Bu uygulamaların amacı, ucuz konut yapmak, konut kredisi sağlamak, yapı ve yapı malzemesi sanayini geliştirmek ve hatta toplu konut yapımını hızlandırmaktır.

Emlak Kredi Bankası tarafından yapılan toplu konut örnekleri; 1950’li yılların en büyük toplu konut girişimi olarak nitelendirilen Ataköy ile daha küçük ölçekli olan Levent, 1957 yılında 1374 konutluk, Yenimahalle blokları ise 1964 yılında 1263 konutluk olarak planlanmışlardır.

2. Dünya Savaşından başlayarak 60’lı yıllara kadar süren bu dönem, mülk konuta ağırlık veren, genellikle üst ve orta-üst gelir gruplarına yönelen ve düşük gelir grubunun konut sorununa çözüm getiremeyen örneklerin ağırlıklı olduğu bir dönemdir. Özellikle, 1955’de yasallaşan kat mülkiyeti ile kent içinde küçücük parseller üzerinde değişen imar durumlarının sağladığı olanaklarla, çok yüksek yoğunluklu ve alt yapı açısından yetersizliklere sahip yeni apartmanlaşma dönemi başlamıştır.

Bütün bunların sonucunda, ülkemizde 60’lı yılların sonuna doğru konut sorununun çözümünde tek seçeneğin TOPLU KONUT olduğu konusunda görüşler belirtilmiştir. 60’lı yılların ikinci yarısından sonra, sendikalar da toplu konut yapmaya başlamıştır. İlk örnek Türkİş’in Ankara’da inşa ettiği 2566 birimlik Aydınlık evler Sitesi’dir.

60’lı yıllar, gerçekten de Türkiye’deki toplu konut konusunda sayısal olarak açığı kapatma yolundaki girişimlerin hızlandığı yılardır. Özellikle bu dönemde özel toplu konut şirketlerinin de girişimlerinin başladığı görülmektedir. OR-AN ve ME-SA; konut kooperatiflerine kredi veren kuruluşlara dayanarak, sosyal hizmetlerle birlikte çok sayıda konutu içeren konut üretimine başlamışlardır.

Ülkedeki sosyal konut gereksinimi ve bu gereksinmeyle ilgili finansmanı karşılamak üzere 8.7.1981 tarihli ve 2487 sayılı Toplu Konut Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla alt ve orta gelir gruplarına sosyal konut sağlanmasına devletin desteği ve organizasyonu kabul edilmiştir. Ayrıca, kanun kapsamına giren işlerin yapılabilmesi için kamu konut fonu tesis edilmiştir.

Ankara’da belediyeler eli ile gerçekleştirilmiş olan yeni yerleşim alanları bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak; kentin Batı koridorunda yerleştirilen Batıkent, Eryaman ve Sincan gibi toplu konut alanları ile, kentin güneydoğusunda planlanan Doğukent yeni yerleşimleri verilebilir.

1970’lerden sonra, Ankara Nazım Plan Kararları doğrultusunda düşük ve orta gelirli kentli nüfusa ayrılmak üzere kamulaştırılmış olan Batıkent Yeni Yerleşim Alanı bu girişimlerin en önemlisidir. Ankara Belediyesi ile Kent-Koop işbirliği sonucu gelişen Batıkent Toplu Konut Alanı’nda, kooperatifler birliği modeli ile gerçekleştirilmesi amaçlanan 40 bin konuttan 12.676’sı 1989 yılında tamamlanmıştır. 1992 yılı sonuna kadar Batıkent’te ön görülen konut sayısının %73’ünün tamamlanması amaçlanmıştır.

Türkiye’de gecekondulaşma süreci: yasal ve sosyo-kültürel boyut

Türkiye, 1950’lerde kırdan kente kitlesel göçün ardından kentsel alanlarda yeni bir olguyla tanışmıştır: “Gecekondulaşma”. O dönemde, gecekondu, kitlesel göçün etkilerini hafifletmede en önemli tampon kurumlardan biri haline gelmiştir. Kentlerimizde yeterli konut arzı sağlanamadığından, yasadışı yollarla üretilen gecekondu, ülkemiz kentleşmesinin ilk aşamalarında ortaya çıkmış ve 1950’lerde de kurumsallaştırılmıştır.

Gecekondu Kavramının Anlamı Nedir?

Gecekondu kavramı, dil bakımından yapısal olarak iki sözcükten oluşmuş birleşik bir sözcüktür. Birinci sözcük “gece”, ikincisi ise konmak eyleminden türetilmiş “kondu”dur.

Gecekondu sözcüğü, taşıdığı toplumsal niteliklerinden ötürü de bir kavram biçimini almıştır. Gecekondu sözcüğünün, bir kavram olarak konuşma dilimize girişi, 1940– 1950 yılları arasına rastlamaktadır. Sözcüğün yaratılışı, ne kültür kurumları ne de özel bir kurum aracılığı ile olmuştur.

Sözcüğün yaratılışında ve dilimize kazandırılmasında birinci etken halktır. Halkın bir “yapma” eylemi sonunda ortaya çıktığı kuşkusuzdur. Başka söyleyişle, “gecekondu kavramı halkça yaratılmış, üretilmiş bir kavramdır. Genel bir anlatımla bir gecede, çok çabuk olarak yapılan bir barınak anlamını içerir.

Gecekondunun çeşitli adlar almasının yanında kavramın birçok düşünür tarafından da tanımlandığını görüyoruz. Kıray’a göre gecekondular, “tarımda pazara yönelik üretime geçişin ve kentlere nüfus yığılmalarının hızlanmasına rağmen, sanayileşmesini çok yavaş gerçekleştiren toplumlarda ortaya çıkmaktadır”.

Tekeli gecekondu kavramını, “dıştan alınan teknoloji ile kalkınan bir ülkenin modern teknoloji kullanan kesimi tarafından emilemeyen işgücünün kentlerde oluşturduğu bir yerleşme ve yaşama biçimi” olarak tanımlamaktadır.

Keleş de gecekonduyu Kent bilim Terimleri Sözlüğü’nde; “Bayındırlık ve yapı kurallarına aykırı olarak, gerçekleşen ya da tüzel, kamusal ve özel kişilerin toprakları üzerine, toprak iyesinin istenç ve bilgisi dışında, onamsız olarak yapılan, barınma gereksinmeleri devletçe ve kent yönetimlerince karşılanamayan yoksul ya da dar gelirli ailelerin yaşadığı barınak türü” olarak tanımlar.

İngiliz Geoffrey K. Payne, gecekondu türü barınakları, “Birinci Dünya’nın konut sorunlarına Üçüncü Dünya ülkelerinin bulduğu çözüm” olarak nitelemiştir.

Ülkemizde 1966 yılında kabul edilmiş olan 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nun 2. maddesinde ise şöyle açıklanmıştır: “Gecekondu deyimiyle imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan izinsiz yapılar kastedilmektedir”.

Tümüyle olmasa da genellikle köylerden ve kırsal kasabalardan göç eden insanlarca, “kentin çeşitli bölgelerinde sıkışık ve geniş kümeler halinde inşa edilen bu gibi yapı ve semtler, gecekondu bölgelerini doğurmuştur”

Özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan gecekondulaşma olgusunu birçok araştırmacının farklı yaklaşımlar getirerek incelemeye çalıştığı görülmektedir.

 

Bu yaklaşımların özellikleri şöyle özetlenebilir:

Ø Gecekondu, kırsaldan kentsel yaşama geçiş, “dönüşümsel” bir yaşayış şekli ve bu özelliklerin mekana yansımasıdır,

Ø Gecekondu, kırsaldan kopan insanların kentlerde sanayi ve örgütlere dahil olamadığı için emilememiş nüfusun mekana yansımasıdır,

Ø Gecekondu, yalnız bir barınma sorunu değil; bir gelir dağılımı, sosyal sınıf ve sosyal güvenlik sorunudur,

 Ø Gecekondu, kendisine ait olmayan arsa ve araziler üzerinde sahibinin rızası alınmadan yapılan izinsiz yapılardır.

1960’a kadarki süreci kapsayan bu dönemde, ülkemizdeki gecekondulaşma, yoksul ailelerin “masum” barınma gereksinimlerini karşılamaya yöneliktir. Ticari bir anlam taşımaz ve kullanım değeri ön plandadır.

1960-70 arası olan ikinci döneme gelindiğinde ise, gecekonduluların ekonomik ve siyasal rolü sağlamlaşmış, kadın ve çocukların da çalışma alanına girmesiyle gecekondu ailesi çok gelirli bir nitelik kazanmıştır.

Bu dönemde, kaydedilen gelişmelerden dolayı gecekondularda da iyileştirmelere gidilmiş, yakın çevreleri düzenlenmiş, konutlar tek katlı, badanalı, bahçeli, dönemin en çok kullanılan dayanıklı ve yarı-dayanıklı tüketim maddeleriyle doldurulmuştur.

1966 yılında 775 sayılı yasa ile gecekondunun varlığı resmen kabul edilmiş, kentte yerleşebilmesine yönelik resmi imkanlar ve kurallar getirilmiş olup 1950’lerde sefalet yansıtan, derme çatma, korunaksız, dört duvar ve bir çatıdan oluşan, bir gecede yapılan ve altyapısı bulunmayan gecekondular, 1960-70’lerde gecekonduya ilişkin çıkarılan kanun ve aflarla hem altyapısına kavuşmuş hem de meşruiyetini kazanarak bir rant kazanma aracı haline gelmiştir.

Genişleyen kent sınırlarıyla birlikte bu eski yerleşim alanları kent merkezinde kalmış ve arazi değerleri artmış, bunu da “apartmanlaşma” izlemiştir.

Gerçekleşen bu gelişmelerle kaçak yapılaşma tetiklenerek başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerimizde çok katlı gecekondu mahalleleri oluşmuştur. Aynı şekilde imarlı veya imarsız oluşan çok katlı apartmanlaşma da gecekondu sorununun içinden çıkılması çok zor bir hal almasına neden olmuştur; çünkü tek katlı gecekondu semtlerini kat artırarak tasfiye etme imkanı varken, çok katlı ve yoğun yapılaşmanın olduğu alanların dönüştürülmesi çok daha güçtür.

1970-80 dönemine gelindiğinde gecekondu yapım sürecinin tamamen ticarileşmiş ve “toprak spekülasyonu”nun başlamış olduğunu görüyoruz. Bu dönemde dikkat çeken önemli olgulardan biri, yoksul kitle için arsa bulup yapan “gecekondu firmaları”nın ortaya çıkmasıdır. Hazine arsaları üzerinde konut yapabilmek için buraları denetlediğini söyleyen yasadışı bir güç ortaya çıkmıştır.

Dar gelirli kitle için kentte arsa sağlayıp yapı gereçleri bulan ya da gecekondu yapıp satan bu gecekondu tüccarları için gecekondu illegal bir kazanç yolu haline gelmiştir.

Bu dönemde hızlı enflasyon sonucu arazi fiyatları oldukça yükselmiş, kentin çevresinde bulunan gecekondu yerleşmelerine otobüs ve dolmuşlarla bağlantı sağlanmasıyla gecekondu alanlarının önemi ve değeri artmıştır.

Artık bu dönemde, özellikle yüksek gelir grubunun yerleştiği yerlerin yakınlarındaki gecekondular, ekonomik gücü yeterli sahiplerince çok katlı konutlara dönüştürülmekte, yeterli maddi olanağı olmayan gecekondulular ise arsalarını kat karşılığı müteahhitlere vermektedirler.

Gecekondu sahibinin artık en önemli sorunu artan enflasyon karşısında konut ve arsasını en uygun zamanda paraya ya da apartmana dönüştürebilmektir.

Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren gecekondu yapımının temel öğesi durumunda olan arsa elde etme koşulları değişerek artık sadece kamu arazilerinin işgaliyle sınırlı kalınmamış, bu tarihten itibaren kent çeperlerindeki arsalar sahipleri tarafından parsellenip satılmaya başlamıştır.

·        1950’lerin “teneke damlı, altyapısız mahalleleri, 1970’lerin sonunda kentlerin düzgün, düşük yoğunluklu, yeşil ağırlıklı, altyapılı mahallelere dönüşme yoluna girerek” bir evrim geçirmiştir.

·        1960’ların ortalarında başlayan apartmanlaşma, 1970’lerde hız kazanmış, gecekondu bölgeleri tamamen inşaat alanları haline gelmiştir. Apartmanlaşma diğer kentliler için de bir umut olmuştur.

·        İlginç gelişmelerden biri de, gecekondulaşmanın ilk evrelerinde gecekonduluyu kabul etmeyen kentlilerin, yapılan ıslah imar planlarıyla gecekonduluların yerleştikleri yeni alanlarda beraber yaşamalarıdır.

1970’li ve 1980’li yıllar gecekondunun kendini yeniden üretebilir hale gelerek kalıcılaştığı yıllardır. Esnek üretim, hizmet sektöründeki boşluklar enformel sektörün yaygınlaşmasını sağlarken, hemşerilikten doğan patronaj ilişkileri bunun sürekliliğini garanti altına almaktadır.

Gecekondu halen kırdan kente göçen düşük gelirliye hizmet etse de, artık ilk zamanlardaki esnekliğini yitirmiştir. Bundan sonrası için itici olan güç, gecekondunun üzerine yapılacak arsanın değeri; amaç da bu ranttan yararlanabilmek, bu ranta el koyabilmek olmuştur.

1980 sonrasında af yasalarının çıkarılmaya devam etmesiyle kaçak yapılaşma kentin rant paylaşımını yapan kesimlerce alternatif bir sektör haline gelmiştir.

Kaçak yapılaşmanın kapsamı gecekondudan lüks konuta; alışveriş merkezi, sanayi, depolama, tarım ve turizm yapılarına kadar çeşitlenmiş, tüm sektörlerde yaygınlaşan bir hastalık halini almıştır. Gecekondu alanları günümüzde artık hisseli parsele dönüşüm sürecini tamamlamıştır.

Gelişmekte olan ülkelerdeki gecekondu tipi yerleşmelerin, zaman zaman batıdaki yoksulluk yuvaları ile birbirine karıştırıldığı görülmektedir. Bu iki yerleşim tipi arasında benzerlik olmasının yanında daha çok farklılıklarının olduğu söylenebilir.

Proje alanı; Ankara kentinin kuzey aksında, Altındağ ve Keçiören Belediye sınırları içinde, çevre otoyolunun güneyinde -Esenboğa yolunun (Protokol Yolu) doğu ve batısında yaklaşık 393 hektarlık bir alanı kapsamaktadır.

Gerek gecekondu yasaları ile alınan önlemler ve uygulamalar (imar ve gecekondu affı vb.), gerekse kalkınma planları ve hükümetlerin siyasi söylemlerindeki amaçlar gecekondu sorununa bir çözüm getirememiştir.

Aksine 1965'te 430 bin olan gecekondu sayısı 1980'lerde 1.250.000 bine yükselmiştir.

Bu da gecekondu da yaşayanların ortalama aile büyüklüğünün 5 kişi olduğu saptamasından hareketle toplam gecekondulu nüfusun 6–7 milyonu aştığını göstermektedir. Günümüzde ise gecekondu sayısı ve buralarda yaşayan nüfus, 1980'lerdeki sayıların iki katına yükselmiştir.

Sorunla ilgili olarak bugüne kadar bir takım çözüm önerileri geliştirilmiş ve bunlara bağlı uygulamalar yapılmıştır.

Bunlar, sosyolojik anlamda kırsal nüfusu yerinde tutarak göçü önlemek, bunun için de kırsal alanda bazı olanaklar (köy-kent, tarım-kent projeleri gibi) yaratılarak kente göçenlerin engellenmesini amaçlamıştır. Ya da tapu / tahsis belgesi dağıtılarak gecekondu yapımı özendirilmiştir.

·        Göç, kentleşme ve gecekondulaşma Türkiye'nin 1950'lerden beri en önemli sorununu oluşturmuştur. Bu olguları birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak ele almak, yani soruna bütüncül bir yaklaşımla bakmak.

·        Önceleri kendi yörelerinden topraksızlık, geçimsizlik vb. sosyo/ ekonomik, şimdi ise bunlara ek olarak ortaya çıkan ve yıllardır süren terör ve şiddet olayları nedenleriyle göçenlerin sorunlarına çözüm üretmek.

·        Bugünkü sınıfsal boyutu ile mekân olarak gecekondu, toplum olarak da gecekondulu, köylülükle kentliliğin, yoksullukla zenginliğin, cehaletle elitliğin çatışmasının bir sonucudur. Bu farklılıkları ve çarpıklıkları, toplumsal ve kültürel bir değişme anlayışı, eğitim ve üretimle aşmak.

·        Gecekonduya, her nedense göçenlerin çoğunluğunun (%85'i), geri dönmek istemedikleri araştırmaların ortak paydasını oluşturmaktadır. Buna göre onların sosyal yapıları ve değerleri analiz edilip sorunlarına yerinde çözüm getirecek uygulamalara geçilmesi.

·        Başlangıçta kırdan kente olan göç dalgası zamanla değişikliğe uğrayarak, bugün geniş ölçüde kentler arası göçe dönüşmüştür.. Bu yatay hareketlilik, kentlerin gelişme düzeyleri ve birbirinden geri kalmışlığı ile ilgilidir. Bu farklar, yöre insanını göç veren illerde tutacak çekim merkezleri yaratarak giderilebilir; böylece göç dalgası önlenerek büyük kentlerin gecekondu sorununa çözüm üretilmesi kolaylaşabilir.

·        Gecekondu sorununa çözüm ararken, en ideali sorunu yaratan göç nedenlerini ortadan kaldırmaktır. Bu yaklaşım, ülkemizin coğrafi konumu, iklim koşulları, bölgelerarası eşitsizlikler, yatırım ve sanayileşme politikaları gibi nedenlerle olası olmamıştır. Bu durumda devletin ve yerel yönetimlerin yapması gereken görev, gecekonduluları, gecekondu bölgelerini yoksulluktan, eğitimsizlikten, yıkım korkusundan, işsizlikten, gecekondu tüccarlarının  ve çetelerin sömürüsünden kurtaracak önlemleri almasıdır.

Türkiye’de Konut Sunum Biçimi

·        Arsa mülkiyeti ve arsa değerlerindeki gelişme

·        Kentleşme hızı

·        Konut kesimindeki girişimcilerin özellikleri

·        Yapı malzemesindeki gelişmeler

·        Devletin bu kesimlere karışma eğilimleri gibi nedenlerle farklı biçimlere dönüşerek çeşitlenmeler göstermektedir.

Konut Sunum Biçimlerinin birbirlerinden ayrıldıkları ölçütler

1.      Konut yapımına ilişkin işlevlerin toplumdaki üç davranışsal birim, yani konut sahibi, grişimvi ve devlet arasındaki arasında nasıl bölüşüldüğüdür.

2.      Bu işlevlerin gerçekleştirilmesinin zaman içinde nasıl dağıldığına ilişkindir.


Türkiye’de Konut Sunum Biçimleri

1.      Bireysel Konut Üretimi

2.      Yapı Kooperatifleri Kontrol Üretimi

3.      Yap- Satçı Üretimi

4.      Toplu Konut Şirketleri Eliyle Üretim

5.      Yapı Kooperatifleri Birlikleri ve Yerel Yönetim Eliyle Toplu Üretimi

6.      Bireysel Gecekondu Üretimi

7.      Yarı Örgütlenmiş Gecekondu Yapımı

1930’larda Türkiye’de tek konut üretim biçiminin bireysel konut üretimi olduğu söylenebilir. Bunun nedenleri;

1.Yavaş kentleşme

2.Kentsel arsaların henüz spekülatif değer kazanmaması dolayısıyla

3.Konut maliyeti içinde arsa maliyetinin düşük olması

4.Yerel yönetimlerin yeterli kentsel alanlar planlayabilmesi ve kentsel altyapıyı sağlamakta önemli sıkıntılarla karşılaşmamasıdır.

Bu sunum biçiminde bir konutun yapılıp kunnalabilmesi için gerekli işlevler konut yaptırıcısı, girişimci ve yerel yönetimler arasında bölüşümektedir.

İşlevlerin büyük kesimi konut yaptırıcısı ya da konut sahibi üzerine düşmektedir. Bunlar;

1.      Konutun finansmanı ve arsayı sağlamak

2.      Konut planını yaptırmak

3.      Yapıma ilişkin izinlere yerel yönetimlerden almak

4.      Yapıyı gerçekleştirecek kişileri sağlamak

5.      Biten konutun bakımını ve işletilmesini sağlamak

Yap-Satçı Üretim

               Bu sunum biçimi, Türkiye’de 1950’li yılların sonuna doğru yaygınlık kazanmıştır. En önemli davranışsal birim konut alıcısı değil, yap-satçı olarak adlandırılan küçük girişimcidir. Konutun yapılıp gerçekleştirilmesine ilişkin işlevlerin çoğu, bu konuda uzmanlaşmış olan yap-satçının üstündedir.

Yap-satçı iki kökenden gelmektedir.

Bir kesimimimar ve inşaat mühendisi gibi meslek adamıdır.

İkinci kesimiise inşaatçılıktan çekirdekten yetişerek, belli sermaye birikiminden sonra yap-satçılığa atılmışlardır.

Genellikle yap-satçı arsanın sahibi değildir. Yap-satçı başkasının arsasındaki yapım hakkını, yapacağı binadan arsa sahibine vereceği katların karşılığında elde etmektedir.

Yap-satçının sağladığı yararlar

1.Arsa için sermaye yatırmamaktadır.

2.Arsanın değerini üretilmiş konut değeri üzerinden ödemiş olmaktadır.

3.Üreteceği konutların belli kesimi için başlangıçta istem yaratmaktadır.

Bu üretim sürecinde, diğer sunum biçimlerine oranla daha çok kiralık konut üretilebilmektedir.

Toplu Konut Şirketleri Eliyle Üretim

Toprağın mülkiyeti girişimcinin yani toplu konut yapım şirketinin elindedir.

Alanın imar planını yaptırmak, imara açılma kararını almak ve kentsel altyapıyı getirme işlevlerini girişimci yüklenmek durumundadır.

Konutlar, büyük ölçüde mülk konut olmaktadır.

Yapı Kooperatifleri Birlikleri ve Yerel Yönetim Eliyle Toplu Konut Üretimi

Bu sunum biçimi 1970’li yılların ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Belediyeler, düşük gelirli kesime konut sağlayabilmek için toplu konut yapımının örgütlenmesine aktif olarak girdiler.

Başlangıçta öncülüğü yerel yönetim yüklenmekte, girişim belli olgunluğa ulaştıktan sonra, girişimi kooperatifler birliğinin yönetimine devretmektedir.

Konutlar genellikle çok katlı apartmanlar şeklinde olmakta ve çoğunlukla mülk konut olduklarından, kiralık konut eğilimi ancak zaman içinde grupların yatay ve düşey hareketlenmeleri sonucunda oluşmaktadır.

Konutlar genellikle bitmiş olarak teslim edilmektedir.

Konutlar çoğunlukla orta büyüklükte olmakta ve lüks malzeme kullanım eğilimi de düşük olmaktadır.

 

 

 

 SOSYAL KONUT KAVRAMI VE UNSURLARI

Sosyal Konut Uygulamaları ve Refah Devleti

Sosyal konut kavramına ilişkin literatürde bir tanım birliği olmadığı gibi, uygulamada da farklı modellerden söz etmek mümkündür.

Devletin konut arz etmesi sosyal konut olarak adlandırılacak olursa, belediyeler, kar amacı gütmeyen organizasyonlar, konut birlikleri ve hatta kooperatiflerin sunduğu konutlar kapsam dışı kalabilecektir.

Öte yandan Avrupa’daki uygulamalar özelinde belirtilmesi gereken bir başka husus da, devletin bizzat kendi eliyle arz ettiği konutlarda, oturanlara mülkiyet hakkının verilmediği, kiracılık ilişkisinin kurulduğudur.

Keleş (1966), İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde sosyal konut politikalarının hedef kitlesinin toplumun geliri düşük kesimleri ve çoğunlukla işçiler olduğunu belirtirken, savaş sonrası dönemde, görece daha yüksek gelire sahip olanlar arasında da bir konut ihtiyacı doğduğunu ve devletlerin konut konusunu, genel bir sosyal kalkınma problemi olarak görmeye başladıklarını aktarmaktadır.

Sosyal konut kavramı yorumunun genişlemesi olarak ele alınabilecek bu görüşe göre, savaş sonrası dönemde toplumun tüm sınıflarının daha iyi yaşam koşulları talep etmesi devletleri bu anlayışa itmiştir. Ruşen Keleş’in altını çizdiği bir başka nokta ise, devlet politikalarının niteliği ile ilgilidir. Buna göre, hayırseverlikten, “hizmet ve görev” anlayışına doğru bir nitelik değişimi söz konusudur (Karakaş, 2015).

Sosyal konut politikaları alanında uygulama aşamasında belirli önceliklere göre hareket edildiği kabul edilmektedir. Bu önceliklerin her ülkenin kendi sosyo-ekonomik ve demografik özellik ve ihtiyaçlarına göre belirleneceği muhakkak olmakla birlikte, Keleş (1966), bu öncelikleri üç madde halinde sınıflandırmaktadır.

Buna göre, önceliklerin gözetilmesi, ülkenin makroekonomik kalkınma hedeflerine uygunluk ve şehircilik, çevre ve bölgesel kalkınma planlarına uygunluk ülkelerin konut politikalarını şekillendiren önceliklerdir (Karakaş, 2015).

Bu öncelikleri içerecek şekilde bir tanımlama geliştirmeye çalışan Keleş, “ulusal ekonomik kalkınma planlarının içinde yer alan, sosyal sınıf, gelir, konut standardı gibi unsurlar bakımından birtakım önceliklere sahip bulunan ve ilgili ülkenin şehircilik, arsa ve bölge kalkınma politikaları ile bağdaşması gereken birbirini tamamlayıcı tedbirlerin tümü” nü sosyal konut politikası olarak tanımlamaktadır (Keleş, 1966).

Sosyal Konut Tanımlar

Sosyal Konut,kamu veya özel kurumlar tarafından genellikle alt, kısmen de alt-orta ve orta gelir grupları için kentsel alanlarda veya ülkenin başka yerlerinde yapı, malzeme ve toprağa ilişkin kamu düzenleme standartlarına uyularak üretilen konuttur.

Diğer bir tanıma göre de sosyal konut,kiralık konut ile eş anlamda alınmış ve dar gelirlilere kiraya verilmek üzere inşa edilen konut olarak ifade edilmiştir.

Sosyal konut,yoksul ve dar gelirli toplulukların barınmasını karşılayan konuttur. Kamu kuruluşları ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar kanalıyla satmak ya da kiraya vermek üzere ve yönetim ile, konutun içerisinde oturacak olan kimseler arasındaki ilişkileri de kapsayacak şekilde konut yapma olarak tanımlanmaktadır.

Sosyal Konutun Amacı

Sosyal konutun asıl amacı,her aileyi, ailenin ödeyebileceği değerde sağlık, güvenlik, huzur ve genel anlamda yeterlik sağlayan tesislere kavuşturmaktır.

Asıl Hedef ise;

Konutların yer, konut birimi, tipi, satış bedeli, kira gibi yönden toplumun gereksinimlerine uygun şekilde dağıtımını sağlayarak, arz ve talep arasındaki dengesizliği gidermeye çalışmak

Konut maliyetlerini mümkün olduğunca azaltmak

Düşük standartlı sağlıksız konutların yapımını ortadan kaldırmaktır.

Sosyal Konut Politikasının Unsurları

Sosyal konut yönetmeliğinde;

Çocuksuz bir aile için-25m2

Tek çocuklu bir aile için-42,95m2

İki çocuklu bir aile için-51,65m2

Üç çocuklu bir aile için-53,15m2

Dört çocuklu bir aile için-56,60m2

Beş çocuklu bir aile için-57,70m2’lik

faydalı alan öngörülmüştür.

1923 –1945 dönem aralığında Türkiye Cumhuriyeti Devleti, konut sorununu devlet konutu ya da lojman (state housing), kooperatif biçimindeki belediye konutları (council housing), şirket kent (company town) modelleri ile çözmeye çalışmıştır.

Avrupa’da Sosyal Kiralık Konut Kavramının Gelişimi

Avrupa genelinde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal konut politikalarının amacı geniş çaplı talebi karşılamaya çalışmak iken, 2000’li yıllar itibariyle belli özelliklere sahip hane halklarının ihtiyaçlarını karşılayabilmek amaçlanır olmuştur (Golland ve Gillen, 2004).

Hemen hemen bütün batı Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkan konut ihtiyacının giderilmesi için büyük ölçekli-çok katlı bloklardan oluşan konutlar inşa edilmiştir (Wassenberg, 2004).

Scanlon ve Whitehead (2007) Avrupa genelinde tek bir sosyal konut tanımı olmadığını belirtmektedir. Tanımlamalardaki bu değişkenlikler, kıta içinde sosyal konut anlamında karşılaştırma yapmayı da zorlaştırmaktadır. Tanımlamalar aşağıdaki kriterlere göre yapılabilmektedir:

1. Sahipliğe dayalı sınıflama; kar amacı gütmeyen organizasyonlar ve yerel otoriteler. Örnek: Hollanda, İsveç.

2. İnşa edene dayalı sınıflama; örnek: Avusturya, Fransa. 3. Kira düzeyinin piyasanın altında olup olmadığına göre sınıflama; örnek: İrlanda, İngiltere.

4. Kaynak ve sübvansiyonların aktarılmasına göre sınıflama; örnek: Fransa, Almanya.

5. Konut sunumunun amacına/hedef kitlesine göre sınıflama; örnek: İsveç ve İngiltere.

Avrupa’da sosyal konut kavramının durumunu inceleyen bir başka çalışma ise, Stephens, Burns ve Mackay’e (2002) aittir. Yazarlar, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere üzerinde yaptıkları araştırmaların sonucunda Avrupa’da sosyal konut politikalarının ikincil bir yan amacı olduğunu iddia ederler.

Bu ikincil amaç, sosyal güvenlik ağı oluşturulması ve toplumun daha geniş kesimleri için karşılanabilir barınma imkanlarına ulaşılması olarak belirtilmektedir.

Avrupa’da sosyal konut kavramının durumunu inceleyen bir başka çalışma ise, Stephens, Burns ve Mackay’e (2002) aittir. Yazarlar, Danimarka, Fransa, Finlandiya, Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere üzerinde yaptıkları araştırmaların sonucunda Avrupa’da sosyal konut politikalarının ikincil bir yan amacı olduğunu iddia ederler.

Bu ikincil amaç, sosyal güvenlik ağı oluşturulması ve toplumun daha geniş kesimleri için karşılanabilir barınma imkanlarına ulaşılması olarak belirtilmektedir.

Türkiye’de Konut Alanlarının Tarihsel Gelişimi

İnsanlığın en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma, toplumların tarihsel süreç içinde yaşadığı dönüşümlerle birlikte farklılaşma göstermiştir. Yaşanan ekonomik ve politik gelişmelerle birlikte değişen toplumsal yaşantı konut ve konut alanlarının değişimini de etkilemiştir.

Türkiye’de yaşanan politik, ekonomik ve sosyal değişimlerin konut alanındaki yansıması tarihsel süreç Tanzimat’la birlikte başlayan ve Cumhuriyetin ilanına kadar olan aralık ilk dönem, Cumhuriyetin ilanından 1950’li yıllara kadar olan aralık ikinci dönem, 1950’li yıllardan 1980’lerin başına kadar olan aralık üçüncü dönem olarak ele alınabilir.

1980 sonrası tüm dünyada yaşanan değişimler Türkiye’yi de etkilemiş, dışa açılan bir ekonomik modelin uygulamaya geçmesiyle birlikte ticari ilişkiler gelişmiş ve sermaye dolaşımı hızlanmıştır.

TÜRKİYE’DE KONUTUN TARİHSEL GELİŞİMİ

İslamiyet’e dayalı bir imparatorluktan ulusal bir Türk devletine, ortaçağ teokrasisinden anayasaya dayalı bir cumhuriyete, bürokratik bir feodalizmden modern kapitalist bir ekonomiye dönüş, ülkedeki en önemli değişikliklerdir (Aksoylu, 2003).

Bu önemli değişikliklerin yaşandığı tarihsel süreç üç dönemde ele alınabilir;

İlk dönem 19.yüzyılda Tanzimat’la birlikte başlayan ve Cumhuriyetin ilanına kadar olan aralıktaki modernleşme çabaları,

İkinci dönem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla toplumsal dönüşümün yaşandığı yıllardan 1950’li yıllara kadar olan dönem,

Üçüncü dönem olarak da toplum ağırlıklı modernleşmenin (Aksoylu, 2003) hakim olduğu 1950’li yıllardan 1980’e kadar olan yıllardır.

19. Yüzyılın ikinci yarısından Cumhuriyete kadar olan dönem

19.yy. Avrupa toplumlarını değişime uğratan oluşumların kökeninde, endüstrileşme ve bunun sonucunda ortaya çıkan sınırsız ekonomik genişleme potansiyeli yatıyordu (Bilgin, 1990). Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun aynı değişim sürecini yaşamadığı bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu endüstrileşen ülkelerin ekonomik sistemlerine ticaret yoluyla eklemlenen toplumlar arasına girdi (Bilgin,1990).

19.yy. Osmanlı ticareti için önemli olan limanların İstanbul ve İzmir’de olması, değişimlerin öncelikle bu kentlerde başlamasına yol açmıştır.

İzmir’de de Buca, Bornova, Karşıyaka gibi semtler, 1890’lardaki demiryolu bağlantısından sonra kurulmuş aynı nitelikteki konut yerleşmelerinden oluşuyordu. İstanbul’da kent içi ve yakın çevre ulaşımındaki gelişmeyle Boğaz köyleri, 1870’lerde demiryolu taşımacılığının başlamasıyla da Rumeli yakasında Bakırköy ve Yeşilköy, Anadolu yakasında ise Göztepe, Erenköy, Bostancı gibi semtler prestijli konut yerleşmelerine dönüşmüştür. İzmir’de de Buca, Bornova, Karşıyaka gibi semtler, 1890’lardaki demiryolu bağlantısından sonra kurulmuş aynı nitelikteki konut yerleşmelerinden oluşuyordu.

Bu dönemin konutlarını diğer dönemlerin konutlarından ayıran özellikleri dört biçimsel kategoride toplanabilir:

1) Mahallelerdeki geleneksel ahşap konutlarda gözlenen değişime uğramış tipler

2) Sıra evler

3) Apartmanlar

4) Sayfiye konutları, köşkler vb.

Her birinde ortak olan birincil özellik, depo, üretim , ticaret gibi ikamet dışı işlevlerin konuttan çıkmış olmasıdır.

İkinci özellik, ikamet işlevinin içindeki farklı alt işlevleri (yatma, yaşama, misafir ağırlama, pişirme, temizleme) karşılayacak farklılaşmış mekanların bulunmasıdır. Genellikle Osmanlı üst-düzey bürokratlarına ait olan Boğaz yalıları bu konuda bir istisna oluşturmaktadır. Sadece ikamet işlevini barındırmakla dönemin yeni konutlarındaki birincil özelliği taşımakta; ancak haremselamlık bölümleriyle ve farklılaşmış odaları birleştiren orta sofalı plan kurgularıyla geleneksel/yerel yaşam biçiminin izlerini sürmektedir (Bilgin, 1996).

Batıdaki oluşumla benzerlik gösteren ve belirli gruplar için inşa edilen sıra evler, toplu girişimlerin ilk örnekleridir. Lojmanlar ile etnik ve dini cemaatlerin girişimleri, sıra ev tipolojisinin 19.yy’daki başlıca kaynaklarını oluşturmuşlardır (Bilgin, 1996). Bu dönemin en önemli yapıları, 1890 yılında yapılan Taksim Surp Agop evleri ve saray mensupları için 1870 yılında yaptırılan Beşiktaş Akaretler evleridir.

19. yüzyılda İstanbul’da apartmanlaşma, gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı bölge olan Galata ve Beyoğlu’nda başlamıştır. O dönemde gayrimüslimlerin Müslüman-Türk kesime göre batıyla olan kültürel ve ticari ilişkilerinin daha güçlü olması batıda yaygın olan apartman tipi konutun bu kesim içinde gelişmesinde etkili olmuştur.

Müslüman-Türk kesiminde ise, apartman yapımının önceleri gerçek ihtiyaçlardan çok, batılılaşma hareketleri içinde gelişen taklit ve özenti duygusuyla, bu toplulukların oturdukları yerlere yakın gelişme bölgelerinde, batıya kültürel yönden yakın ve iktisadi bakımdan güçlü çevrelerde başlamış olduğu görülmektedir (Ünal, 1979).

İstanbul’da meydana gelen büyük yangınlardan sonra ahşaptan kagir sisteme geçiş ve yeni imar uygulamaları, batıllaşma hareketlerinin yanında, apartmanlaşmanın hızını arttıran nedenler arasındadır.

Apartmanlaşmaya geçişle birlikte geleneksel konut planlaması da farklılaşmıştır. 19. yüzyılda İstanbul’da yapılmış olan apartmanların çoğunun girişleri sokak cephesinden olup, doğrudan iç mekana, apartman holüne girilmektedir.

Geleneksel konutlarda birbirini izleyen, sokak-avlu-sofa mekanları tamamen terk edilmiştir. Apartmanların, köşe tipleri dışında, neredeyse tümü iki cephelidir. Sokağa bakan giriş cepheleri ile küçük bir avluya ya da bahçeye bakan arka cepheleri bulunmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950’ye kadar olan dönem

1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte imparatorluk döneminden ulusal devlet ideolojisinin kurulduğu yeni bir döneme geçilmiştir. Savaştan çıkmış olan ülke, yeniden inşa edilmeyi bekleyen şehirleriyle düzeltilmesi gereken bir ekonomi ve yeni bir ulusun kurulması gibi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

Cumhuriyetle birlikte kurulan devletin şehirlerin yeniden imarı, yıkılan konutların yerine yenilerinin yapılması ve terk edilen topraklardaki Türklerin Anadolu’ya getirilmesiyle ortaya çıkan konut açığına çözüm getirmesi gerekmektedir.

Devletin ekonomik olanaklarının henüz konut yapımı için yeterli olmaması özel teşebbüsün yapım işleri için özendirilmesi çözüm olarak düşünülmüş, bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılmış ancak beklenen sonuç alınamamıştır.

Ankara’nın başkent olması ve yeni kurulan devleti temsil eden kentin imarı öncelikli bir sorundu. Devletin yeni kurumlarında çalışan memurlar ve bürokratlar için konut üretilmesi gerekliydi. 1924 yılında Ankara’da Heussler tarafından, biri eski Ankara, öteki de Yenişehir ile ilgili iki yöresel imar planı hazırlandı.

Sağlık bakanlığının arkasında 198 konutluk bir memur mahallesi yaptırıldı ancak inşaat maliyetinin tahminleri çok aşması sonucunda aslında dar gelirli memurlar için düşünülen bu yeni mahalle kısa zamanda zenginlerin oturabileceği pahalı köşkler ve apartmanlarla donandı (Sey, 1998). Ankara’da bazı girişimlere rağmen hala konut problemi çözülebilmiş değildi ve daha örgütlü çözüm arayışlarına girilmesi gerekliliği doğmuştur. 1928 yılında ilk olarak İmar Müdürlüğü kuruldu.

Yeni başkentin planlı bir biçimde büyümesini sağlamak amacıyla uluslararası bir yarışma açıldı ve İsveçli şehirci Jansen’in projesi uygulanmak üzere seçildi (Sey, 1998). Bu uygulamayla ilk olarak çağdaş anlamda bir şehircilik projesi Türkiye’de uygulanmaya başlamıştır.

İmar düzenlemeleriyle birlikte konut üretimini teşvik için de bazı örgütlenmelere gidilmiştir. 1926 yılında yeni inşaata kredi sağlayacak olan Emlak ve Eytam Bankası kurulmuş, hazine olanaklarını kullanmak üzere çıkarılan bir yasayla maliye bakanlığına yetki verilmiş ve 1929 yılında Ankara’daki memurlara konut ödeneği verilmesi zorunlu kılınmıştır.

Yeni devletin önderliğinde yürütülen modernleşme programının konut yerleşmelerindeki karşılığı toplu konutlar olmuştur (Bilgin, 1998). Devlet eliyle toplu üretime yönelik olarak bu dönemde iki tür yerleşme örneği modeli oluşmuştur. Bunlardan ilki lojman-konut ikincisi ise kooperatiftir.

Seyfi Arkan tarafından tasarlanan Zonguldak Maden ve Kömür İşletmeleri ile Kozlu Kömür İşletmeleri Amele Mahalleleri ve Prof. Bonatz tarafından tasarlanan 434 konutluk Saraçoğlu Mahallesi dönemin önemli örnekleri arasındadır. 1935 yılında Ankara’da kurulan Bahçelievler Yapı Kooperatifinin gerçekleştirmiş olduğu Bahçelievler projesi Türkiye’de kooperatif yoluyla kurulan ilk yerleşmedir.

Bu dönemde başkentin Ankara’ya taşınmasıyla İstanbul daha önceki dönemlerdeki etkinliğini kaybetmiştir. Ancak 1930’lardan sonra Ankara’daki bürokratların İstanbul’daki yazlıklarını kullanmaya başlamaları ve İstanbul’daki gayrimüslim nüfusun ticari faaliyetlerini arttırmaları kentin yeniden hareketlenmesini sağlamıştır. Nişantaşı, Gümüşsuyu ve Sıraselviler Türklerin apartmanlaştığı ilk semtler olmuş, 1930’ların başında Taksim-Talimhane kesimi imara açılmış ve sadece apartman tipi yapılaşma için biçimlendirilmiş ilk kent parçası haline gelmiştir. Milli Mimari üslupta yapılan konutların yanı sıra, Ankara’daki modernist villa ve apartman tipleri İstanbul’da da görülmeye başlamıştır.

1950’den 1980’lerin başına kadar olan dönem

II. Dünya savaşı sonrasında, bütün dünyada kapitalist sanayileşme ve modernleşme süreci hız kazanmıştır. Dünyada meydana gelen bu değişimler Türkiye’yi de etkisi altına almış ve çok partili döneme geçişle birlikte izlenen liberal ekonomi politikalarıyla özellikle büyük kentlerde sanayi üretimi gelişmiştir.

Sanayileşme, kentleşme hızını arttırırken buna paralel olarak nüfusun da kentlerde yoğunlaşmasına yol açmıştır. 1940-1950 yılları arasında % 20,1 olan kentsel nüfus artışı 1950-1960 arasında % 80,2 oldu. Bu hızlı artış kentlerin plansız olarak gelişmesine yol açtığı gibi konutun ve konut alanlarının da sağlıksız gelişmesine neden olmuştur.

Kentlerin hızlı ve plansız gelişmesi, artan nüfusun konut ihtiyacını karşılama biçimi olarak gecekondulaşmanın artmasına neden olmuştur. Kentlerin imarlı alanlarının dışındaki kamu arazilerinde, sanayi bölgelerinin çevresinden başlayarak yayılan bu sunum biçimini, popülist imar politikalarının sonucu olan imar afları mümkün kılmıştır (Bilgin, 1998). Kente göçen insanlar, yasal yollarla konut edinmek için yeterli ekonomik olanaklara sahip olmadığı için gecekonduya yönelmiş ve genellikle tek katlı, sağlıksız koşullarda konutlar üretmişlerdir. Zamanla, imar aflarının da etkisiyle, gecekondular daha örgütlü biçimde inşa edilmeye başlamış ve inşaat kalitesi düşük olmasına rağmen büyük metrekarelerde çok katlı apartman bloklarına dönüşmüştür.

Bu dönemde Emlak Kredi Bankası konut üretimini hızlandırmıştır. Bu uygulamaların ilki İstanbul’da 4. Levent mahallesidir (Sey, 1998). 1960 yılında tamamlanan bu yerleşme, 345 birimin yer aldığı tek evler, sıra evler ve çok katlı bloklardan oluşmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Levent Çiftliği, İstanbul Belediyesi’nin mülküne geçmiştir. II.Dünya Savaşı sonrasında görülen konut sıkıntısı üzerine, birçok şehirde olduğu gibi İstanbul’da da toplu konut projelerine başlanmıştır; bu proje kapsamında 1947’de Levent Çiftliği üzerinde Emlak Kredi Bankası’nın toplu konutları inşa edilmiştir.

1950 yılında tamamlanan ilk kısım evler, Levent‘in çekirdeğini oluşturmuş, bundan sonra yapılan 3 kısım konut 2. Levent, 3. Levent ve 4. Levent adlarıyla anılmağa başlanmıştır. Semtin daha sonra kuzeyde genişleyen kısmına ise Yeni Levent adı verilmiştir.

1960 yılında bitirilen bu projeden sonra Levent semtinde birçok konut projeleri ve siteler inşa edilmiş ve bölge hızla gelişmeye başlamıştır.

Bu dönemdeki kentsel konut üretiminin % 40-45’lik dilimini gecekondular oluştururken diğer % 40-45’lik dilimini de yap-satçı üretim biçimi oluşturmaktadır. Yap-satçı üretim modelinde konutun inşaatını üstlenen kişi ile arsa sahibi kat karşılığı anlaşarak az sermaye ile konut üretebilmektedir. Konutlar daha yapım aşamasında satışa çıkarılarak inşaatın maliyeti karşılanabilmektedir. Bu özelliği nedeniyle yap-satçı üretim modeli Türkiye’de geniş bir uygulama alanı bulmuştur. 1948 yılında ilk çalışmaları yapılan ve 1965 yılında bugünkü halini alan ‘Kat Mülkiyeti Yasası’ gecekondu ve yap-satçı üretimin işleyişinde etkili olduğu görülmüştür.

Gecekondu ve yap-satçılığın yanında bu dönemde gelişen diğer sunum biçimi de kooperatifleşmedir. Konut üretiminin %10’luk dilimini oluşturan bu model, Bilgin’in (1998) bildirdiğine göre, düşük ancak düzenli gelir garantisi olan grupların elverişli kredi ve arsa olanaklarıyla mülk konut edinmelerini sağlamıştır.

Büyük kentlerde 1950’lerde başlayıp, 1960 sonlarına kadar süren apartmanlaşma süreci, 1970’lerde çok daireli tek bloktan, büyük ölçekli konut üretimine doğru gelişmeye başlamıştır (Sey,1998). Kooperatif uygulamaları, yapım teknikleri ve organizasyonun sağladığı olanaklar ile bu tür toplu oluşumların gelişmesinde etkili olmuştur.

Özellikle sendikalar tarafından kurulan kooperatifler bu dönemde başarılı örnekler vermişlerdir. Maden-İş sendikasının kurmuş olduğu Merter sitesi ve Türk İş’in gerçekleştirdiği Aydınlıkevler Sitesi bu dönemin önemli örnekleri arasında yer almaktadır. 1969 yılında 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun kabul edilmesiyle kooperatif sayısında belirgin bir artış olmuştur. Her üç sunum biçimi için de bu dönemde vurgulanması gereken başlıca ayırt edici özellik, yeni konut alanlarının önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçekleri, yani kitlesel karakterleridir.

1980 Sonrasındaki Ekonomik ve Politik Gelişmelerin Konut Sektörüne Yansıması

1980 sonrası yaşanan büyük değişimler, bütün dünya için yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Kapitalizmin yeniden yapılandırıldığı süreç olarak değerlendirilen 80’li yıllar bütün ülkeleri ekonomik ve siyasi anlamda etkilemiştir. Küreselleşme tüm dünyayı bütünleştiren bir sistem olarak karşımıza çıkarken ülkeleri gelişmiş ve gelişmekte olan ayrımına getirmiş ve ekonomik anlamda bir bağımlılık yaratmıştır. IMF, Dünya Bankası, OECD, G8 gibi örgütlenmeler ile ülkelerin dünya ekonomisine eklenmeleri için yöntemler geliştirilmiştir.

1980 yıllar Türkiye’yi de önceki dönemlerden ayıran değişimlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Kapitalistleşme sürecinin etkisiyle değişen dünya ekonomisine eklemlenme ve sanayileşme yolunda adımlar atılabilmesi için ekonomik anlamda dışa açılma zorunlu hale gelmiştir. 1950’den başlayıp 1970’li yıllara kadar Türkiye’deki ekonomik modelin ana karakteristiği iç pazara dönük, sabit döviz kuru, sabit faiz ve devlet kontrolüne dayalı bir fiyat sistemine dayanmasıdır (Sönmez, 1992).

1970’li yıllardan sonra tıkanma yaşayan bu modelin, değişen dünya ekonomisine ayak uydurabilmesi için bir dizi önlem ve radikal kararla değiştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar programı bu amaçla uygulamaya konulmuştur. Programın iki amacından birisi, Türkiye ekonomisini değişen dünya şartlarına göre yeniden yapılandırmak, dışa açmak ve dünya ekonomisi ile entegre olarak küreselleşme ekseninin dışında kalmaması için gerekli her türlü çabayı sergilemek ve tedbiri almaktı (Ankara Sanayi Odası, 2000).

Uygulanan 24 Ocak kararları ve arkasından gelen 12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye tarihini 1980 öncesi ve sonrası ayrımına getiren en önemli iki kırılma noktasıdır. Demokrasiye geçişle birlikte 1983 yılında yapılan seçimlerde iktidar olan Anavatan Partisi, değişen ekonomik modeli yeni siyasi ortamda yeni programlarla sürdürmeye ve geliştirmeye devam etmiştir.

Anavatan Partisi’nin başkanı ve dönemin başbakanı olan Turgut Özal, 1980 sonrasındaki bir çok değişime imza atan kişi olarak döneme damgasını vurmuştur. Bu nedenle, bu yıllar “Özallı yıllar” olarak anılmaktadır.

1980’ler, Türkiye kapitalizminin daha çok dışa açıldığı, dünya pazarlarına daha çok mal satıp bu pazarlardan daha fazla mal aldığı, dolayısıyla dış ticaretinin daha hızlı arttığı bir dönem oldu. Dünya kapitalizmiyle bütünleşmenin daha hızlı artması anlamına gelen bu süreç, 1980’li yılları, öncesinden ayıran en önemli kilometre taşlarından biri olmuştur (Sönmez,1992).

Kurulan yeni ticari ilişkiler ile sermaye dolaşımının artması, özellikle büyük kentlerin değişim ve dönüşümünü de hızlandırmıştır. Sanayileşme eğilimi ve dışa açılmayla birlikte değişen tüketim alışkanlıkları kentte yeni hizmet alanlarını doğurmuştur. Farklılaşan ekonomik dengeler kentlerde hızla zenginleşen sermaye gruplarını ortaya çıkarmış, kente olan hızlı göç ile artan nüfus içinde oluşan sosyal sınıf farklılıkları daha belirgin hale gelmiştir.

Kentlerin yaşadığı dönüşüm yeni nüfusun eklenmesiyle birlikte yerleşme örgütlenmesinin de değişimini zorunlu kılmıştır. Değişen alışkanlıklar mevcut konut alanlarının yer değiştirmesini gündeme getirirken yeni gelen nüfusun konut ihtiyacının da karşılanması gerekmektedir. Daha önceki dönemin konut sunum biçimlerinin artık yeni konut alanlarının oluşumunda yetersiz kaldığı düşünülmektedir.

1980'lerin ortasına gelindiğinde, bir önceki dönemin hakim sunum biçimleri olan yap-satçı ve gecekondu mekanizması etkinliğini yitirmeye başladığı görülmüştür. Yap-satçı mekanizma şehirlerin imarlı alanlarındaki tüm arazileri ve düşük yoğunluklu parselleri yeniden-inşa ederek tükettiği için; gecekondu mekanizması da kentlerin çeperlerindeki tüm kamu arazilerini tükettiği için artık ömürlerini doldurmuşlardı. Bu mekanizmalar kısmen faaliyetlerini sürdürseler de, artık ihtiyacın tümüne yanıt verecek ölçeklerde üretim yapamaz hale gelmişlerdi.

İktidardaki Özal hükümeti bu tıkanıklığı hemen fark ederek ve zamanında refleks vererek üç önemli yeni dayanak oluşturdu: Toplu Konut Fonu, Toplu Konut İdaresi ve Toplu Konut Yasası. Birbirini tamamlayan finanssal bir kaynak, hukuksal bir zemin ve idari bir mekanizma… Tıkanmış ve ölçeğini kendi kendine büyütemeyen küçük üretim mekanizmalarının yerine büyük ölçekli yapılanmaları getirebilecek olan, konut piyasasının önünü açmaya yönelik düzenlemelerdi bunlar.

1980’lere kadar küçük müteahhidin egemenliğinde olan inşaat sektörüne yavaş yavaş büyük sermaye girmektedir. Yani kent çevresinde yeni imarlı arsa ve konut üretmenin yüksek maliyetini karşılayabilecek ve gerektirdiği teknolojiyi kullanabilecek sermaye 1980’lerin sonlarında artık vardır (Tanyeli, 1998).

Özel sektör tarafından sunulan projeler başlangıçta orta gelir gruplarını hedef alırken, giderek üst ve üst-orta gelir gruplarına yönelmeye başladı. Büyük sermaye gruplarının gayrı menkule yatırımlarının artması sonucunda önceleri büyük kentlerde kent içindeki boş alanlarda başlayan üst gelir gruplarının büyük ölçekli konut projeleri, giderek kentlerin yakın çevrelerinde yer aldı. “Site” olarak adlandırılan bu yerleşme birimleri çevrelerine kapalı bir biçimde tasarlanıyor ve çarşı, rekreasyon alanları gibi hizmet birimleriyle tamamlanıyorlardı.

Pahalı ithal malzemelerin kullanıldığı, çoklukla az katlı bu konutların tasarımında geleneksel konut mimarlığına öykünülmesi, ancak tasarımcı olarak da çok kez yabancı mimarların tercih edilmesi dikkate değerdi. Sayıları gittikçe artan bu sitelerdeki konutlar çok yüksek fiyatlara satılmalarına rağmen, 1990 sonrasında konut piyasasının en canlı kesimini oluşturdu (Sey,1998).

Dış ticarete açık konumu ve sanayileşmenin merkezi olma özelliği ile İstanbul’un, bu değişimlerin en yoğun olarak hissedildiği kent olduğu düşünülmektedir. Kapitalizmin merkezi olan kent, genişleyen iş sahalarıyla her dönem olduğu gibi bu dönemde de göç almaya devam etmiştir. Sağladığı iş ve yaşam olanaklarıyla artan kent nüfusunun, kenti yeniden yapılanma sürecine götüren en önemli etkenlerden biri olduğu düşünülmektedir.

Konut üretimine ilişkin yasal düzenlemeler

1980’li yılların başında konut sektörünün yaşadığı büyük kriz gerek yerel yönetimlerin önderliğindeki projeleri, gerek diğer sunum biçimlerini olumsuz biçimde etkilediği düşünülmektedir. 1981’de yürürlüğe giren 2487 sayılı Toplu Konut Yasası, bütçeden % 5’ten az olmamak üzere kaynak ayrılarak krizi aşmayı amaçlıyor, konut kooperatifleri ve birliklerine devletin desteğinden öncelikle yararlanma olanağı tanıyordu (Özüekren, 1998).

Ancak bir süre sonra yasanın uygulanamaması ve yeterli kaynak ayrılamaması nedeniyle yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmuş ve 1984 yılında yeni bir Toplu Konut Kanunu uygulamaya konulmuştur. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun 17 Mart 1984 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başlıyordu. Bu kanunla birlikte konut kredisi vermek üzere Toplu Konut Fonu oluşturulmuş, fonun yönetimi ve kanunun yürütülmesi için de Toplu Konut İdaresi adıyla yeni bir kurum oluşturulmuştur.

Yeni düzenlemelerle kısa sürede çok sayıda kooperatif ve kooperatif birlikleri kurularak çok miktarda konut sunumu yapılmıştır. Bu tür sunumun en önemli örnekleri Ankara’da Kent-Koop’un ilk ürünü olan Batıkent Projesi ile İstanbul’da Büyükşehir Yapı Kooperatifi’nin Beylikdüzü Uydukent Projesi’dir.

Gecekondu yoluyla konut üretim modelinin nitelik değiştirerek 80’li yıllardan sonra da devam ettiği görülmektedir. 1979-1984 yılları arasında dört adet af yasası çıkarılmış, nitelik değiştiren bu af yasalarıyla yalnızca gecekondular değil tüm kaçak yapılar affedilmiş, ayrıca gecekondulara dört kata kadar imar izni verilerek apartmanlaşmaları sağlanmıştır.

1985 yılında, 6785/1605 sayılı İmar Yasası’nın değiştirilerek 3194 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle, imar planlarını hazırlama yetkisi belediyelere devredilmiş ve kentlerde kritik imar kararları belediye başkanlarının inisiyatifiyle verilmeye başlanmıştır (Aksoylu, 2003).

İmar yetkilerinin belediyelere devredildiği dönemde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan’ın isteği üzerine dönemin bazı milletvekillerince 3194 sayılı İmar Yasası’na ek maddeler önergesi verilmiştir. Önerge, “2190 sayılı Boğaziçi Kanunu” ile ilgili değişiklikler içermekteydi. Kabul edilen önergedeki değişikliklerle daha önce imar izni verilmeyen Boğaziçi arazileri imara açılmış ve bu değerli arazilere konut inşası için ruhsat verilemeye başlanmıştır. Oktay Ekinci’nin (1994) verdiği rakamlara göre Boğaziçi’nin tüm öngörünüm bölgesindeki toplam 492 bin 197 m² yeşil alanın yarısına yakınında villalar inşa edilmiştir.

1990 yılında 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı şeklinde iki ayrı idare olarak örgütlenmiştir. Toplu Konut Fonu, 20.6.2001 tarih ve 4684 sayılı Kanunla da tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. İdare son yıllarda gittikçe azalan sayılarda konutun üretimine destek verebilmiştir. Dolayısıyla, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızın nitelikli konut ihtiyacı da tam olarak karşılanamamıştır (T.O.K.İ. Başkanlığı, 2005).

TMMOB’nin 8 Kasım 2004 tarihinde yayımladığı “Kaçak Yapılaşma İle İlgili Süreçler, Sorunlar, Çözüm Önerileri Değerlendirme Raporu”na (2004) göre 3194 sayılı İmar Kanunu ve 2981 sayılı "İmar Affı Kanunu" birer yıl ara ile yürürlüğe girmesine rağmen, kentlerimizde imar planlama ve yapılaşma konusunda uygulamalarda, İmar Kanunu'nun "İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine Ait Esaslara Dair Yönetmelik" hükümlerinden özellikle "revizyon imar planı", "mevzii imar planı" ve "imar planı değişikliği" kapsamındaki uygulamalar ile 2981'e göre hazırlanan ıslah imar planları kapsamındaki uygulamaların daha yoğun olarak yaşama geçtiği ve kentlerin makro formlarının biçimlenmesinde daha etkin olduğu belirtilmektedir.

Artan nüfusun ve farklılaşan ekonomik sınıfların konut ihtiyacına cevap verebilecek şekilde sektör içinde çeşitli sunum biçimleri geliştirilmiştir. 1980’li yıllara dek, gerek gecekondu, gerekse yapsatçı üretim tüm hızıyla sürmüştür. 1980’lerden sonra özel girişimciler daha büyük alanlarda daha çok konut inşa etmeye başlamışlar ve piyasaya daha organize olmuş alanlarda çok miktarda konut sunumu yapılmıştır (Görgülü, 2003).

1990’ların başlarında konut çevrelerinin çehreleri değişmeye başladı. Parsel ölçeğinde ayrı ayrı yapılmış ve yan yana dizilmiş apartmanların yerini, kentlerin çeperlerinde gruplar halinde üretilen ve iri blokların kümelenmesiyle oluşan yerleşme dizileri aldı (Bilgin,1998).

Bu döneme gelinceye kadar kentlerde konutlar yap-satçılar eliyle yapılırken, 1980’li yıllarda çıkarılan toplu konut yasalarının da etkisiyle kooperatifler, büyük şirketler, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi, Emlak Kredi Bankası ve belediyeler aracılığıyla toplu olarak inşa edilmeye başlanmıştır (Aksoylu, 2003).

Yasadışı konut piyasasının bu dönemde ürettiği ve özellikle İstanbul’da kitlesel ölçekte üretim yaptığı bir sunum biçimi de hisseli tapudur. Yasadışı bir arsa geliştirme sistemiyle gerçekleşen ve doğrudan doğruya bitmemiş apartman üreten bu küçük üretim biçimi, otoyol kenarlarındaki siluet içinde yer yer belirleyici bir vurgu kazanacak denli yaygınlaşmıştır (Bilgin, 1998).

“Modernleşme çabaları sonucunda oluşan imar hareketleri, Türkiye’de kent merkezlerinin büyümesine, gelişmesine, ulaşım sistemlerinin değişmesine paralel olarak ulaşım ağlarının değişmesine, yeni ticari ilişkilerin kurulması kent merkezinde yer alan kullanımların çeşitlenmesi ve farklılaşması sonucunda yeni alt yapı hizmetlerinin ortaya çıkmasına,toplumda yeni sosyal sınıfların oluşmasına ve yeni tür konut ve konut alanlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır” (Aksoylu, 2003).

Tüm dünyada, 1980’lerin ikinci yarısından başlayarak, üst sınıflar kentleri terk etmeye başlamıştır. Bu dönemin yerleşim açısından temel özelliği, metropollerden kaçan üst orta sınıfların eskisine göre daha yalıtılmış mekanlarda, sadece kendileri gibi olanlarla bir arada yaşama eğilimine girmeleridir (Sürer,Sayar, 2002).

Modernleşmeyle birlikte spontan çevreden planlanmış çevreye doğru adım atıldı. 70’li yıllara kadar büyüyen şehirler, değişen sosyal doku insanlarda, kente ve birbirlerine yabancılaşma yarattı. 80’ler toplumsal dokunun metamorfoza uğradığı yıllar oldu. Toplumsal dokunun değişimi fiziksel mekana da yansıdı. 70’li yıllara kadar devam eden homojenite büyük ölçüde bozulmuştu. Zenginleşen yeni sosyal grup kentlere bu zenginliğin nemasını hem konfor hem de statü arayışı olarak almak istiyordu.

Ancak kentlerin iyi bölgeleri ve merkez arsaları tekil yap-sat inşaat düzeni yüzünden çok azalmış ve değerlenmişti. Kentlerde nüfus yoğunluğunun artması ve özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi metropollerde gelişen organizmanın kent değil de binalar yığını olması, kentlerin merkez bölgelerinde yer kalmaması uydu yerleşmeler yolunu açtı; kalan kent içi alanlarda da içe dönük kapalı yerleşmeler gündeme geldi (Kazmaoğlu, 1998).

Zenginleşen sosyal sınıfın bir kısmının konut alan seçimi kent merkezi içinde olurken diğer bir kısmı da kent merkezi dışında genellikle orman arazilerinde yer seçmiş olan konut alanlarıdır. Kent merkezinin olumsuz koşullarından kaçmak isteyen insanlar merkeze olan uzaklığa rağmen, merkeze oranla daha temiz ve doğal bir çevreye sahip, güvenlikli, dışa kapalı konut alanlarında yaşamayı tercih etmişlerdir.

Geç 19. yüzyıldan 1980’lerin sonlarına dek Türkiye’de “banliyö” denince akla yazlık alternatif yerleşme alanları, sayfiyeler ve kentin dış mahalleri gelmekteydi. Oysa, 80’lerin sonlarından başlayarak kentin yakın çevresinde, sabahları merkeze gidilip akşam dönülen ve tüm yıl boyunca kullanılan tek-işlevli gerçek banliyöler oluşmaktadır (Tanyeli, 2004).

Kentsel yapı içinde konut alan yer seçimleri fiziki etkenlerin yanında gelir gruplarına göre de farklılık göstermektedir. 1980 sonrası hızla para sahibi olan ve yükselen meslek prestiji edinen gruplar ile eski zengin kentliler için üç mekansal seçenek olduğunu öne sürüyor. Birincisi, kentlerin eskimiş ama tarihsel prestije sahip merkezi alanlara yakın kesimleri. Örneğin, Cihangir ve Galata çevresi.

İkinci seçenek, kentlerin manzaralı çeperlerinde büyük inşaat firmalarının eski gecekondu alanlarını kapatarak inşa ettikleri yüksek katlı, gösterişli siteler. Bu guruba örnek olarak Sarı Konaklar ve Ulus Platin Konutları gösterilebilir.

Üçüncü seçenek ise, genelde özel sektör temelli, geniş çaplı, üst gelir gruplarını hedef alan, bahçeler içindeki büyük konutlar ile kent merkezi dışında gelişen, çeşitli servisler sunan kapalı konut adalarıdır. Zekeriyaköy yerleşmesi ile Aqua Manors, Acarkent ve Kemer County örnekleri bu gruba dahil edilebilir.

Bu üç seçeneğe eklenebilecek olan diğer bir oluşum ‘residence’ olarak adlandırılan konut kuleleridir. Bu konutlarda yaşayanlara daire içi temizlikten yemek ihtiyacının karşılanmasına kadar tüm hizmetler verilmektedir. Metrocity, Polat Tower Residence, Akmerkez Residence örnek olarak gösterilebilir.

1980 sonrasında; dolaşımı hızlanan sermayenin etkisiyle gelişen üst ve orta gelir grubu ile inşaat şirketleri lüks konut alanlarının arz-talep ilişkisini kurarken; merkezi yönetime paralel olarak yerel yönetimde de yürütülen neoliberal politikalar, lüks konut alanlarının mekansal gelişiminin yasal tabanını oluşturmuşlardır. Özellikle 1990 yılı sonrasında; İstanbul’da belde belediyelerinin de sayısının artmasıyla metropoliten planlara uygunluk aranmadan, kent çeperinde ve kentin gelişimi öngörülmeyen kuzey bölgesinde birçok konut alanı gelişmiştir (İnal, 2002).




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

NETCAD 8.5 NASIL YÜKLENİR

Sayın Öğretim Elemanları ve Değerli Öğrencilerimiz; Üniversitemiz NetAcademix kapsamında netcad yazılım ürünlerinin kullanımı için netcad firması ile 1 yıllık lisans anlaşması sağlamıştır. Yapılan anlaşma kapsamında kullanıcılarımız kampüs (ktün kablolu ve kablosuz ağ) veya vpn ağına (Kampüs dışı erişim) dâhil olduktan sonra aşağıdaki adımları takip ederek lisanslı yazılımdan faydalanabilir.   Adım 1:   https://download.netcad.com.tr/THD/Netcad85_U.rar  web adresindeki dosyayı indiriniz. Adım 2:  İndirdiğiniz rar uzantılı dosyayı herhangi bir sıkıştırma programı (Winzip, Winrar vb.) ile C:\ klasörüne açınız.      NETHASP Adım 3:  Üstte bulunan  “NETHASP.INI”  dosyasını indiriniz. Adım 4:  İndirmiş olduğunuz  “NETHASP.INI”  dosyasını kurmuş olduğunuz Netcad dosya dizinine kopyalayınız ve değiştiriniz. Adım 5:  Netcad yazılımının lisanslı ve sorunsuz bir şekilde çalışabilmesi için bilgisayarınızın  kampüs veya...

ArcGIS 10.8

  ArcGIS 10.8 Yükleme Rehberi   1. Öncelikle aşağıdaki bir linkten dosyaları indirin.                İndirme Linki 1 (Kendi bilgisayarıma kurduğum) :                   İndirme Linki 2                İndirme Linki 3 2. Dosyayı rardan çıkartmadan önce bilgisayarın arama yerine windows güvenliği yazıyoruz. 3. Sonrasında videodaki adımları yapıyoruz 4. Güvenlik ayarlarını kapattıktan sonra rardan çıkartıyoruz 5. Dosyayı çıkarttıktan sonra  sırasıyla fotoğraftaki klasörlere giriyoruz. 6.  ArcGIS_Desktop_108_172737.exe dosyasına tıklayıp kurulumu başlatıyoruz.  7. Kurulumda fotoğraftaki aşamaya geldiğimizde ok demiyoruz  8. Kurulum bu aşamadayken indirdiğimiz dosyaya tekrar gidiyoruz            ...

Lynch Analizi

LYNCH ANALİZİ Kent İmgesi - Kevin Lynch Sizlere Lynch analizinden bahetmeden bunun en önemli kaynağı olan kitabından bahsetmek istiyorum. Kitap Kevin Lynch tarafından yazılmıştır ve dilimize İrem Başaran tarafından tercüme edilmiştir. Kitap Kent İmgesi adıyla yayınlanmıştır. Kitaba baktığımızda her kentin kendisine göre imaj farklılıklarının olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitapta bu imaj öğeleri hakkında bilgilendirmeler bulunmaktadır.  Bu kitapta Kevin Lynch cevapları üç önemli Amerikan kenti olan Los Angeles, Boston ve Jersey City üzerinden anlatmaya çalışmaktadır. Kent planlarının insanlar tarafından ne gibi farklılıklar ile algılandığını, kentle kurulan ilişkinin basit bir şey olmadığını anlatmaktadır.  Kitapta, mekan zihinde kalması gerektiğini önemsemekte, mekanların ve binaların bütünlük içinde olması gerektiğini vurgulamaktadır. Yani bir bütünleşme olması gerektiği düşünülmektedir. İnsanın yatay düzlemde bir çevreyi betimlerken hangi kent elemanlarını kullandığını ortaya ...